Ümit Kayaçelebi

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Van Efsaneleri

Ümit Kayaçelebi

Hemen hemen bütün şehirlerimizin önce adlarıyla başlayan kendilerine has hikayeleri, efsaneleri vardır. Fazla yaygın olmamakla beraber, Van isminin nereden geldiği ile ilgili olarak şöyle bir rivayetten söz edilir:

Tarihçiler, Van’ın Milâttan 1800 yıl önce Asur Kraliçesi Semiramis tarafından kurulduğunu söylerler. Semiramis, Mezopotamya bölgesinin üst kısımlarında yaşayan Asurların kraliçesidir. Koca bir ülkeye hükmeden, dediği dedik, kestiği kestik olan dünyalar güzeli Semiramis, o güne kadar gönlüne göre birini bulamamıştır; ta ki Van’ın Muradiye kazasının kuzey yamaçlarına bir sefere çıkana kadar.

Semiramis, bu sefer sırasında bölgenin hâkimi olan “Ara” adında genç bir hükümdara gönlünü kaptırır. Güzel olduğu kadar mağrur da olan kraliçe, bu sırrını kimseye açıklayamaz. Savaş devam etmektedir. Semiramis’in kuvvetleri son bir saldırı ile tüm bölgeyi ele geçirirler. Ancak son saldırı sırasında Hükümdar Ara da öldürülür. Haberi alan Semiramis, Ara’ya olan aşkını yüreğine gömer, hemen dönüş emrini verir.

Dönüş yolu üzerindeki bugünkü Van’a gelirler. Van’ın zümrüt yeşili bağ ve bahçelerini, Van Gölü’nü çok beğenen Kraliçe’nin en fazla dikkatini çeken yeşillikler arasından göle doğru uzanan heybetli bir kaya parçası olur. Ara’nın hâtırasına bu kayalık üzerinde bir kale inşa ettirmeye karar verir. Kısa süre içersinde kale yapılır, eteğinde şanına uygun bir şehir kurulur. Şehrin adını da “Şamrangerd” bırakırlar.

Aradan yıllar geçer. Ara’nın acısıyla yanan yürek, bu defa da sıla hasretine yenik düşer. Memleketine dönmeye karar veren Kraliçe Semiramis, kaleyi ve kurduğu şehri “Van” adındaki bir komutanına bırakarak ülkesine döner. Şehrin bugünkü adının bu komutandan geldiği rivayet edilir.

Van Şahbağı Efsanesi

Van Kalesi - Şah Abbas bağlantılı ikinci efsane Şahbağı Efsanesi’dir. Bu efsaneden “Ercişli Emrah ile Selbihan Hikayesi” nde de söz edilir.

Van Kalesi’nin 8-10 km kuzeydoğusunda, bugünkü İstasyon Mahallesi mevkiinde güzel bir köy vardır. Bağ ve bahçeleri ile ünlü olan bu beldenin “Şahbağı” adını alması şu efsane ile açıklanır:

İran Şahı Şah Abbas, bir iddia üzerine Van Kalesi’ni almak üzere sefere çıkar. Ordusuyla Van’a gelir. Karargâhını, Kale’nin 8-10 km kuzeydoğusunda bir yere kurar. Kale kuşatılır, ancak Kale’yi teslim almak bir türlü mümkün olmaz.

O zaman Van Kalesi’ni bir Vali idare etmektedir. Kalede yiyecek sıkıntısı başlayınca yaşlılar Vali’yi sıkıştırırlar. Vali, savaşma teklif eden yaşlılara üç gün daha beklemelerini söyler.

Bu arada, Kale’yi bir türlü teslim alamayan Şah Abbas’ın askerlerinin canları sıkılmaya başlar. Şah Abbas bunun da çaresini bulur. Karargâh kurduğu bölgede askerlerine bağ bahçe diktirir. Kurduğu bağın adını da “Şahlar Bağı” , “Şahbağı” koyar.

Muhasara altında tutulan Kale’de açlık artmakta, teslim olma söylentileri gittikçe yayılmaktadır. Bu söylentilere içerleyen seksen beşlik bir Nine ortaya çıkar :“Vay, ben öldüm mü ki, vatanıma yâd adam gire? Canım sağken düşmanın atının tırnağını vatan toprağına bastırmam” der. Daha sonra Vali’nin huzuruna çıkar, yapacaklarını anlatır.

Yaşlı Nine, ertesi gün bir deste tandır ekmeği, bir bakraç yoğurt ile Şah Abbas’ın ziyaretine gider. Huzura kabul edilen Nine, Şah’a:“Şahım, daha evvel gelmem gerekirdi; ancak düğünlerden, davetlerden bir türlü fırsat bulamadım, kusura kalma” der.

Şah Abbas, Yaşlı Kadının sözlerinden Kale’de kıtlık olmadığı sonucunu çıkarır.

Bu arada Yaşlı Nine’nin planı gereği kale burçlarından beyaz tozlar dökülür. Gördükleri karşısında şaşkınlığı daha da artan Şah Abbas, Nine’ye bunun ne olduğunu sorar. Nine de, bunların geçen yılın unları olduğunu, yeni gelen unlara yer açmak için ambarların boşaltıldığını söyler. Aslında burçlardan dökülen un değil, kireç tozudur.

Bunun üzerine Kale’yi alamayacağına kanaat getiren Şah Abbas, muhasarayı kaldırır ve:

“Ko desinler Şah Abbas’ın bağı var” diyerek memleketine geri döner. O günden sonra karargâh kurulan o yerin adı “Şahbağı” kalır.

Van Akdamar Efsanesi

Van Gölü’nün güneydoğusunda yer alan, uzunluğu 1,5 km, genişliği 0,5 km olan Akdamar Adası’nın ismiyle ilgili şöyle bir efsane anlatılır: Çok eskiden Van’da bir Keşiş yaşamaktaymış. Bu Keşiş’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız o kadar güzelmiş ki, O’nu bir gören bin gönülden vurulurmuş. Bu güzel kızın ismi de “Tamara” imiş. Bütün Vanlı delikanlılar Tamara’nın peşinde dolana dursunlar, Tamara gönlünü yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı bir Türk gencine kaptırır. İki sevgili gizli gizli buluşurlar. Bu buluşmalar bir süre devam eder. Sonunda iki gencin aşkını Van’da duymayan kalmaz. Keşiş, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın başaramaz. Tek çare, kızını Van’dan uzaklaştırmaktır.

Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası’nda bir kilise yaptırıp, kalan ömrünü kızıyla beraber bu adada geçirmeye karar verir.

Seven iki kalbi birbirinden ayırmak mümkün mü? Tamara ile Türk gencinin aşkları o kadar yüce, o kadar engel tanımaz ki... Keşiş’in Tamara’yı Ada’ya hapsetmesi de fayda vermez. İki genç, anlaşırlar. Delikanlı, her gece kıyıdan yüzerek Ada’ya çıkacaktır. Bu arada Tamara da sevgilisine adayı bulabilmesi için fenerle işaret verecek, O’na yardımcı olacaktır.

Dedikleri gibi yaparlar. Delikanlı, yaz demez, kış demez, fırtınaya, dalgaya aldırmaz, her gece yüzerek Ada’ya çıkar. Sabaha kadar Tamara ile birlikte olurlar. Gün ışımadan da tekrar yüzerek geri döner.

Bir zaman sonra Keşiş, iki gencin buluştuklarını öğrenir. Bir gece, kızın bıraktığı işaret fenerinin yerini değiştirir. Feneri, keskin ve sivri kayalıkların bulunduğu bir tarafa bırakır. Tamara da Delikanlı da kurulan tuzaktan habersizdirler.

Delikanlı her zaman olduğu gibi yine kıyıdan suya girer, Ada’dan görünen ışığa doğru yüzmeye başlar. Şanssızlık bu ya, o gece, hem çok karanlık, göl de aşırı dalgalıdır. Delikanlı yüzer, yüzer, yüzer... Kollarında derman tükenir. Işığa doğru yüzdükçe ışık uzaklaşır sanki. Dalgalar daha da kudurur. Kuvvetli bir dalga, gücü tükenen delikanlıyı yükselttiği gibi sivri ve keskin kayalara çarpar. Her tarafı parça parça olan delikanlının, gölün karanlık sularına gömülürken : “Ah Tamara, Ah Tamara!” feryatları, kayalıklardan yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşır. Artık Tamara’ya dur olur mu? O da gözünü kırpmadan kendisini azgın dalgaların kucağına bırakır ve kaybolur. Böylece, yaşarken bir araya gelmeleri engellenen iki genç, sonsuza kadar sürecek beraberliklerine, Van Gölü’nün lacivert sularının derinliklerini mekân seçerler.

Bu acıklı sonun yaşandığı adanın ismi de o günden sonra “Ah Tamara” nın değiştirilmesi ile “Akdamar” olur.

Abdurrahman Gazi

İran şahı Şah Abbas, Van Kalesi’ni almak için şehrin üzerine kalabalık bîr ordu ile hücum eder. Van kalesi kuzeyinde bulunan bir köyde karargâhını kurar. Ne kadar uğraştı ise de kale’yi almayı bir türlü başaramaz. Yaptığı bütün hücumlar neticesiz kalır.

Şah Abbas, Kale’yi nasıl alacağını düşünürken yanına adamlarından biri yaklaşır; gereken hürmeti gösterdikten sonra müsaade alıp konuşmaya başlar:

«Şahım, Van Kalesi’nde Şeyh Abdurrahman Gazi adinda ermiş bir zat vardır. Onu alt etmeden Van kalesi’ni alamayız.»

Bunun üzerine’ Şah Abbas, methini işittiği bu zatın gerçekten ermiş olup olmadığını anlamak için bir denemeye girişir. Bir kuzu kesip kızarttırır; kuzunun büyüklüğünde bir köpek buldurur, onu da kesip kızarttırır. Her ikisini de bir tepsiye koyup elçisi vasıtası ile Van Kalesine gönderir.

Van Kalesine gelen elçi; Abdurrahman Gazi’nin huzuruna çıkıp kendilerine Şah Abbas’tan hediye getirdiklerini söyler. Abdurrahman Gazi hediyeleri kabul eder. Tepsi üzerinde duran iki parçadan kuzuya ait olanını alır, diğerini işaret ederek der ki:

«Bunu da şahınıza götürün!»

Elçi, onu da alması için Abdurrahman Gazi’ye ısrar eder. Bunun üzerine bu ulu zat, tepsinin üzerinde duran köpek etine yüksek sesle «Oşttt!» der. Köpek hemen eski haline gelir, havlayarak kaçmaya başlar.

Elçi memleketine dönünce olanları Şah Abbas’a anlatır. Şah Abbas, bu olanlar karşısında Abdurrahman Gazi’nin gerçekten ermiş bir zat olduğunu anlar ve Van Kalesini almaktan vaz geçer. Zira, içinde böyle ulu bir zatın bulunduğu kaleyi almak gerçekten çok zor olacaktır.

Bu durum karşısında Şah Abbas, “Ko desinler Şah Abbas’ın bağı var!” diyerek muhasarayı kaldırır ve yedi yıllık bekleyişten sonra memleketine döner.

Kaynak: Saim Sakaoğlu / 101 Anadolu Efsanesi

Yazarın Diğer Yazıları