Sadık Şendil
Ümit Kayaçelebi
Türk toplumu gülmecenin (mizah) etkili olduğu toplumlardandır. Bu anlamlı gerçeğin birçok kanıtı var. Nasrettin Hoca’nın, Bektaşi anlatılarının, Keloğlan’ın, Karagöz-Hacivat’ın, ortaoyununun, İncili Çavuşların, Marko Paşaların, Malum Paşaların, Akbaba’nın, Gırgır’ın, Aziz Nesinlerin, Kemal Sunalların… bize anlattığı, halkımızda (görece de olsa, ağır aksak da olsa) yaşayabilen eleştirellikte gülmecenin azımsanmayacak payı olmasıdır. Her şeye karşın bir sıradan Ortadoğu ülkesi olmuyorsak, o girdaba çekme çabalarına direnebiliyorsak, o direnme gücünü büyük ölçüde gülmece geleneğimizden alıyoruz.
İşte bu büyük direnç birikiminin değerli, saygın kişiliklerindendir Sadık Şendil.(İstanbul, 1913-1986) Onu tanıyanlar hiç de neşeli, nasıl söylemeli o gülmece metinlerini yazan sanatçıdan beklenecek derecede neşeli bir insan olarak anlatmazlar. Sadık Şendil alçakgönüllülüğünden olacak, yeterince öne çıkmamış gibi görünür. Oysa çok başarılı, verimli bir yazardır. Şendil, 1953 yılında senaryo yazmakla başladığı yazın yaşamında, Türk sinemasına yaklaşık 200 film, dizi film senaryosu, sekiz yapıt yazar. Yapıtları Kanlı Nigâr (1981), Ölmeyen Şarkı (1977), Yedi Kocalı Hürmüz (1971), Beklenen Şarkı (1971), Cilveli Kız (1969), Fakir Bir Kız Sevdim (1966), Kocamın Nişanlısı (1965), İnatçı Gelin (1965). Şendil’in senaryolarını yazdığı sevilen filmlerden biri de Hababam Sınıfı filmleridir. Sadık Şendil, özellikle sözkonusu Hababam Sınıfı dizisiyle ve Kemal Sunal filmleriyle tanınır. Şendil, bir dönem Müjdat Gezen'le birlikte "Güldürü Üretim Merkezi"'nde (GÜM) çalışır. Tanınmış şarkılardan “Senede Bir Gün”ün sözlerini yazan da Sadık Şendil'dir. Şendil’in üç film senaryosu 7. Antalya Film Şenliğinde (1970) ödüller alır.
Güzel bir değerbilirlik örneği vererek Sadık Şendil’i anan, anlatan gülmece yazarımız Sevgili Cihan Demirci şunları yazar Şendil Usta için:
“1982-1986 yılları arasında Güldürü Üretim Merkezi’nde (GÜM) çalışırken Sadık ağabey de aramızdaydı… O günlerde 70’ine merdiven dayamış ama o merdivende bile; ‘Buyur evladım önce sen çık’ diyebilecek kadar beyefendi bir yürekti Sadık abi… Benim belki de tanıdığım son gerçek ‘İstanbul Beyefendisi’ idi o… Örneğin; fazlaca sesli gülerken kimse rahatsız olmasın diye mutlaka hemen ceketinin üst cebinden mendilini çıkartıp ağzını kapatırdı… İlk dönemler çalıştığımız mekan Müjdat Gezen ağabeyin Cihangir’de İsmail Dümbüllü Sokakta bulunan dairesiydi... Çatı katındaydık… Bütün Kabataş ve boğaz ayağımızın altındaydı orada… Apartmanın kapıcısı Hüseyin’in önünde bile ceketini ilikleyen bir insandı sevgili Sadık Şendil…
Yıl: 1983… Müjdat abinin Cihangir’in en tepesinde bulunan dairesinde olduğumuz o güzelim günler… İşte o günlerde 70’ine merdiven dayayan sevgili Sadık ağabey de, bizler gibi her gün Fındıklı’dan yaklaşık 200 basamak filan tırmanarak Cihangir’in tepe noktasındaki bu daireye geliyordu…
Fındıklı’da Akademinin önünden otobüse binmeye hazırlandığım bir gün Sadık abiyi otobüs durağında gördüm… Üstünden hiçbir zaman eksik olmayan şık takım elbisesi, şapkası ve elinde kibarca tuttuğu bastonuyla durağın bir köşesinde sessizce duruyordu… O anda otobüs geldi ve Sadık abi de o itiş kakış hengamesinde benimle aynı otobüse bindi… 70 yaşında olduğu ve otobüste boş yer bulunduğu halde Sadık abi oturmamış ve yerini çocuklu bir kadına vermişti…
40 yıllık bir yazarın hala belediye otobüsüne binmesi ve üstelik ayakta yolculuk yapması ülkeme ve bana hiç tuhaf gelmemiş ama gene de içimi burkmuştu doğrusu…
Yanına yaklaşıp Sadık ağabeye “Merhaba” dedikten sonra, ne tarafa gittiğini sordum… Bana; ‘Evladım, aslında akşam olsun diye vakit geçiriyorum o yüzden bindim, nereye gittiği pek önemli değil’ dedi…
Şaşırdığımı görünce de açıkladı:
‘Cihancım, evladım…Şu saatlerde bizim hanımın evde kabul günü var, ben de böyle çeşitli otobüslere binip dolaşıyor ve vakit geçiriyorum.. Misafirler varken eve gitmek istemiyorum çünkü ben evde salondaki yemek masasının üzerinde çalışıyorum… Eee şimdi orası kek, kurabiye, börek filan etrafı da bir sürü kadın doludur… Hayır, yatak odasındaki yatağın üzerine oturup yazdığım da oluyor ama o zamanlarda belime müthiş bir ağrı giriyor işte, n’aparsın evladım!...’
İşte Sadık Şendil buydu… 70 yaşında, 40 yıllık ünlü mü ünlü bir mizah yazarıydı, senaristti, oyun yazarıydı ve hâlâ bir çalışma odası, onu bırakın bir çalışma masası bile yoktu bu gerçek İstanbul beyefendisi Sadık ağabeyin…”
Evet, içtenlikle böyle anlatıyor Cihan Demirci. Ne ki böylesi ağırbaşlı sanatçıları Demirci gibi birkaç değerbilir kişiden başka gerektiğince anan da çıkmıyor; açık gerçek bu.
Bir an bu emeğin çok daha azını varsayacağınız, düşüneceğiniz bir yazar için batılı ülkelerde neler yapılmaz ki…
Kaynak: Günay Güner