
Seydi Beşir kampı ve esir askerlerimiz
Ümit Kayaçelebi
Savaşın elini dokundurduğu her ülkede esir kampının parmak izlerine rastlamak mümkündü. Biraz da olsa galibiyete yakın olan taraf bu kampları kurmayı kendine borç bilmişti. Belki de masum insanların acılarından duydukları haz onların güçlerinin temelini teşkil ediyordu. Sadece Nazilerde olduğunu sandığımız bu kamplar aslında 1. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında on binlerce Türk’ün de İtilaf Devletlerine esir düştüğü yerlerdi. Heliopolis Kampı, Turra Kampı, Maadi Kampı, Kahire Kalesi, Ras Et-Tin Kampı, Bilbeis Kampı, Seydi Beşir Kampı bildiğimiz esir kamplarından sadece Mısır’da olanlarıydı. Elbette bu kamplar Türk askerleri ve aileleriyle birlikte acı, özlem, umutsuzluk, tükenmişlik gibi pek çok duyguyu barındırıyordu. Bütün bunlara Seydi Beşir Kampı’nda esir kalmış Karamanlı Yedeksubay Ahmet Altınay’ın günlüğü şahitti. Ve Ahmet Altınay bu günlüğü, bir gün okunup çektirilen acıların hesabının sorulması için gelecek nesillere miras bırakmıştı. Bu yazı onun ve yüce Türk askerlerinin bizim için katlandıklarını anlamamız, acılarını biraz da olsa yüreklerimizde hissedebilmemiz için yazılmıştır.
Genel Hatlarıyla Seydi Beşir
“Harbiye Nezareti Arşivi kaynaklarına göre 1. Dünya Savaşı sırasında başta Kanal-Filistin-Suriye cephesi olmak üzere Yemen, Hicaz, Irak, Galiçya ve hatta Çanakkale cephelerinde savaşan 202.152 Osmanlı ordusu mensubu, subay ve asker esir düşmüştür. Bunlardan önemli bir bölümü -134.477’si- İngilizlere bağlı esir kamplarına yerleştirilmişlerdi.” Esirlerin arasında sadece askerler değil aynı zamanda bürokratlar, aydınlar, esirlerin eşleri ve çocukları da vardı.
Gelelim Seydi Beşir Kampı’nın yerine ve barınma durumuna. Kamp, etrafı tamamen tel örgülerle örülmüş bir halde sahilden 3 kilometre uzakta, tenha bir yerdeydi. Esirlerin kaldığı barakalar tamamen tahtadan yapılmıştı. Zeminleri tahtadan yapılmış olsa da büyük bir bölümü kumdan ibaretti. Tavanla duvarlar arasında aralıklar bulunmaktaydı.
Hatta bu aralıklardan rüzgarlı havalarda kum, soğuk havalarda da rutubet girerdi. Yağmur yağdığında ise tavan çamur halini alır, burada uyumak da yaşamak da bir zulme dönüşürdü. Hatta bu ortamda yaşamak zorunda olmanın psikolojik bunalımından dolayı verem olanlar, sinir krizi geçirenler ve intihara kalkışanlar vardı. Birçoğu da bu esir kampı yüzünden aklını yitirip akıl hastanesine kaldırılmıştı. Bir kısım esir de Mısır’ın müthiş sıcağında kokmaya başlayan beygir etini yemek zorunda kaldıkları için dizanteri ve uyuza benzer bir hastalığa kurban gitmişlerdi.
“Yıkılmış abidelerinizle cisminiz toprak olmuş. Fakat abidevi ruhunuz ebediyen yaşayacaktır.”
Psikolojik Savaş
Esir kampına gelen Osmanlı askerlerine yapılan muamele stratejik bir psikoloji oyunuydu. İlk olarak onlara Osmanlı ordusu içinden nasıl haber aldıklarını ve Osmanlı ordusunu kendi emellerine göre nasıl yönlendirdiklerini anlatıyorlardı.
Daha sonra ise savaşı kesin kazanacaklarına onları ikna edip umutlarını yerle bir ediyorlardı. Psikolojik olarak çökmüş olan Türk askerlerinden de sorguda işlerine yarayacak bilgiler alıyorlardı. Bir de bütün bunlar yetmiyormuş gibi aralarındaki ajanlar, yapılan her şeyi İngilizlere haber veriyor, güven ortamı oluşmasını engelliyorlardı.
Bu nedenle esirler arasında birlik ve beraberlik oluşamıyordu. Yalnız vatan ve millet denildiğinde akan sular duruyordu. O zaman bir elin beş parmağı olup yumruğa dönüşebiliyorlardı. Tıpkı İzmir Yunan askerleri tarafından işgal edildiğinde yaptıkları gibi… Paralı bir piyes sergilemiş, toplanan paraları İzmir’e yollamışlardı. Zaten çok az olan paralarından vazgeçmiş ama vatanlarından asla vazgeçmemişlerdi.
İnsanlık Dışı Sterilize Yöntemi
Elbette bunca insanın olduğu yerde bulaşıcı hastalıkların kol gezmesi çok normal bir durumdu. Ancak İngilizlerin buldukları sterilize yöntemi insanlık dışıydı. Hazırladıkları ilaçlı su dolu kazanlarda katran da vardı. Türk esirlere Türkçe “ Soyununuz.” deniliyor ve hepsi çırılçıplak bir halde kazanlara sokuluyordu.
Kazanların içindeki su canlarını öyle bir yakıyordu ki vücutlarının her yerinde yakıcı ateşi hissedebiliyorlardı. İtiraz edenler, kazanlara girmek istemeyenler de oluyordu. Tabii ki İngilizler buna da çözüm bulmuşlardı. İtiraz edenleri ya kırbaçlıyorlar ya da sıcak kumlara yatırıyorlardı. ,
Bir rivayete göre de katranlı kazandan çıkmak isteyenlerin başları dipçik darbesi ile katranlı suya batırılıyor, sudan başını çıkarır çıkarmaz askerlerin gözleri oracıkta akıyordu. Esirlerden 15.000 esirin kör olmasının sebebi olarak bu katranlı su gösteriliyordu.
Sebep katranlı su değilse bile 15.000 esirin kör olması burada bir zulüm ve işkencenin yapıldığını kanıtlıyordu. Bu konu 1921 yılının 28 Mayıs Cumartesi günü TBMM’de Edirne Milletvekilleri Faik ve Eşref Beyler tarafından dile getirilmişti.
Meclise sundukları önerge “Mısır’da bi’l-intizam, İngilizlerin ilaçla temizleme bahanesiyle yeterli miktardan fazla krizol banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evladının üzerinde tatbik edilen bu cinayeti, önceden tasarlayan İngiliz doktorlarla garnizon komutanı ve subayların suçlu ilan edilmeleri” şeklindeydi. 28 Haziran 1921’de TBMM hükümeti başta Mustafa Kemal’in imzası olmak üzere 10 bakanın imzasıyla bu konuda siyasi soruşturma başlatma kararı almıştı.
Seydi Beşir’den Kaçma Girişimleri
İlk kaçma girişimi 6 kişilik bir grupla yapılmıştı. Gruptakilerin hepsi Osmanlı subayıydı. Kamptan kaçmak için detaylı bir plan oluşturmuş, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşlerdi. Kum renginde elbiseler giymiş, telleri kesmek için tel makası bulmuş, kaçacakları noktadaki ışıkları sapanla taş atarak kırmışlardı.
Şimdi sıra planı uygulamaya gelmişti. Kamp, etrafı üç sıra örülmüş dikenli tellerle ve 30’ar adım aralıkla içinde İngiliz nöbetçi erlerinin bulunduğu kulelerle korunuyordu. Ama buna rağmen subaylarımız bu engelleri aşarak kamptan kaçmayı başarmışlardı. Tek sıkıntı Yüzbaşı Çingene Halit’in kilolu olmasından dolayı engelleri geçmekte zorlanmasıydı. Çünkü bu yüzden arkasında kalan 2 kişiyi de etkilemiş ve öndeki diğer 3 subaya geç kalmışlardı.
Kamptan ilk kaçmayı başaran 3 subay diğerlerinin uzun bir süre gelmemesinden dolayı şüphelenip onların yakalandıklarını düşünmüşlerdi. Bu nedenle hızlıca İskenderiye’deki arkadaşlarının evine gitmişlerdi. Diğer üçü ise İskenderiye’yi pek iyi bilmediklerinden dolayı bir otele gitmişler ve kendilerini Mısır Hidivi’nin saray aşçıları olarak tanıtmışlardı. Subaylardan şüphelenen otel sahibi ise onları İngilizlere ihbar etmiş, ertesi gün İngilizler tarafından yakalamışlardı. Kamptan kaçmayı başaran ilk grup ise arkadaşlarının evinde 15 gün kalmış, daha sonra yanlarına erzak alarak bir kayıkla Akdeniz’e açılmışlardı. Ne yazık ki şansları yaver gitmemişti. Çünkü Nil Nehri’nde kayıkları batmıştı. Batıkları yerde onları bulan kıyı muhafızları tarafından yakalanmışlardı.
İkinci Kaçma Girişimi
Diğer bir kaçma girişimi ise Yüzbaşı Rahmi tarafından düzenlenmişti. Kendisi diğer 6 subayın kaçma girişimini Gabbari Askeri Cezaevi’ne düştüğü zaman kaçan subayların birinden dinlemişti. Dinlediklerinden yola çıkarak başka bir kaçma planı oluşturmuştu.
Planını başkalarına da anlatmış, 20 kişilik bir grup kurmuştu. Plana göre kampın dışına doğru bir tünel kazılacaktı. Planı herkes kabul etmiş ve bir an önce uygulamaya koymuşlardı. Her gece tünel kazılıyor şafak sökerken de çıkan topraklar kampın bahçesine dökülüyordu.
Kimlerin hangi gün kazı yapacağı belliydi. Hatta yapılan kazı cetvelle ölçülüyor, kişiler arasında eşitlik sağlanıyordu. Tünel 7 metreye kadar ulaşmıştı. Fakat bir gün İngilizler kazı yapılan odaya baskın yapmış ve tüneli bulmuşlardı. Çünkü içlerinden birisi tünel kazıldığını İngilizlere ihbar etmişti.
Türklüğe Olan Sadakat
Kampta esir olarak kalan Rahmi Apak’ın anlattığı bir hikaye vardır. Hikaye şöyledir: “Biraz sonra Deniz Subayı Ferhat da bize katıldı. Ferhat İstanbullu, fakat kuzguni siyah bir zencidir. Türklüğe hakaret etti diye, Suriyeli bir subayın kafasına gramofon makinesini indirmiş, kafasını yarmıştı.
İki ay hapis yemiş. Böyle zenci aslından birisinin Türklüğe olan büyük sadakatini bir hadise sayan cezaevi kumandanı, ara sıra büyük bazı İngiliz subaylarını getirip Ferhat’ı gösterirdi. Türklerin bir zenciyi bu derece kendilerine sıkı bağlamalarına hayret ederlerdi.”
Kaynakça: Altınay, Ahmet, “Katran Kazanında Sterilize”,Tarih Düşünce Kitapları Yayınları, İstanbul, 2004
http://kitabıneksiksayfaları.com/f/seydi̇-beşi̇r-kampi-ve-esi̇r-askerleri̇mi̇z
Yazar: Ceyda çakır