Ümran Öztürk

Bir Şehrin Kalbi Olmak

Ümran Öztürk

Meydanları, sokakları, taşları ve insanlarıyla bir şehir, yaşayan bir organizma gibidir. Geceleri yıldızların altında sessizliğe bürünen şehir, aslında hayal kurar. Gözlerden uzak bu derin sessizlikte, sokak lambalarının solgun ışığında geçmişi hatırlar, kendini dinler. Sabaha karşı ilk ışıklarla uyanır ve yeniden hayat bulur; sokaklarına dökülen insanlarla birlikte nefes alır.

Her şehrin bir kalbi vardır. O kalp, bazen bir caminin avlusunda usulca atar; rüzgâr, avluya düşen bir yaprağı nazikçe savururken, taşlar dua edenlerin fısıltılarını saklar. Bazen bir köprünün taşlarında, akıp giden suyun ritmiyle birlikte çarpar. Bazen de yalnız bir ağacın gölgesinde, dallarının rüzgâra eşlik eden fısıldayışında dinlenir.

Ancak şehrin kalbi sadece sessizlikte ve huzurda atmaz. Aynı zamanda, meydanlardaki heyecan dolu kalabalıklarda, esnafın yankılanan sesinde ve çocukların kahkahalarında atar. Şehrin kalbi, hem coşkuyu hem hüznü bir arada taşır; çünkü o, insanın ta kendisidir.

Bir şehir, sessizce insanlara fısıldar: “Ben buradayım, beni hatırla.” Taşları çatladığında, duvarları yosun tuttuğunda ya da sokakları kalabalıktan ıssızlığa teslim olduğunda bile yaşamaya devam eder. Çünkü şehir, yalnızca fiziksel bir varlık değildir; onun dokusu, insanların umutlarını, sevdalarını, kayıplarını ve mücadelelerini içinde barındırır.

Bir zamanlar bir meydanın tam ortasında yükselen bir çeşmenin serinliğinde kimlerin ellerini yıkadığını düşünebilirsiniz. Belki o taşlar, aşkını ilan eden gençlerin heyecanını hissetmiştir. Belki de savaşın soğuk yüzünü görmüş, gözyaşlarını saklamıştır. Bu yüzden, bir şehrin taşlarına dokunurken dikkatli olun. Her taş, bir hatıranın taşıyıcısıdır. Belki de bir zamanlar o taşın üzerinde oturmuş, gökyüzüne bakarak hayal kurmuş birinin izine rastlıyorsunuzdur.

Dar bir sokaktan geçerken, köhne duvarların arasında bir şehrin tarihini hissedersiniz. O çatlaklar, sadece zamanın değil, insanların da izlerini taşır. Belki bir zanaatkârın çekicinden çıkan ses, o taşlara sinmiştir. Belki bir annenin çocuğunu çağırdığı tatlı bir ninni yankılanmıştır orada. Şehrin taşları, unutulmuş bir melodiyi mırıldanır gibi size geçmişten bir şeyler anlatır.

Köşede eski bir çeşme vardır; suyu belki akmaz ama taşlarında hala hayatın izleri durur. Bir zamanlar susuzluğu gideren bu kaynak, şimdi hafızaya dönüşmüştür. Çeşmenin taşlarına bakarken, onun sessizliğinde bir şehrin hikâyesini okuyabilirsiniz.

Şehirler, insanlar gibidir. Doğar, büyür, değişir ve sonunda sessizliğe gömülür. Ancak insanlar gibi, şehirler de hatıralarla yaşamaya devam eder. Onların taşlarında, sokaklarında ve meydanlarında hala bir yaşam izi vardır.

Ve bizler... Gün gelip de şehrin bir taşında iz bıraktığımızda, hatıralarımız o taşlara siner. Bir gün, belki bir yabancı dokunur o taşa ve farkında olmadan bizim hikâyemizi dinler. Çünkü şehirler, taşların ve insanların birlikte yazdığı bir hikâyedir; zamanı aşan ve her çağda yeniden hatırlanmayı bekleyen bir hikâye.

Unutmayın, şehirler yalnızca haritalarda değil, hatıralarda da yaşar. Ve bizler, o hatıraların sessiz kahramanları olarak, taşların arasında sonsuz bir yolculuğa çıkarız. 

Yazarın Diğer Yazıları