Ümran Öztürk

İzmir'den Van'a Bir Uçak Yolculuğu

Ümran Öztürk

Bir uçak yolculuğu, bulutların arasından süzülen bir kuş misali, insanın ruhunu özgürleştirir.

İzmir'in serin bir sabahında, Adnan Menderes Havaalanı'na vardım. Bavulumu teslim ettikten sonra, terminalde beklerken içimde hafif bir heyecan vardı. Van’a gidecek olan uçağa biniş anonsu yapıldığında, kalbim biraz daha hızlı çarpmaya başladı. Uçağa bindim, koltuğuma yerleştim. Birkaç dakika sonra havalandık.

Uçak pistte hızlanıp kalkışa geçerken, pencereden İzmir'in tanıdık manzaralarını son bir kez seyrettim. Gökyüzüne yükseldiğimizde, şehrin ışıkları yavaş yavaş küçüldü.

Uçuşumuz yaklaşık iki saat on beş dakika sürecekti. Yolculuğun başında, kaptanın sakin sesiyle yaptığı anons, güven veren bir tınıyla kulağımda yankılandı.

Gözlerim, pencereden dışarıya odaklanmıştı. Güneş, ufuktan doğarken, bulutların arasından sıyrılan ilk ışık huzmeleri, gökyüzünü altın rengine boyamaya başlamıştı. Yolculuğun başında bile, doğanın bu görsel şöleni ruhuma bir dinginlik, bir heyecan katıyordu.

Uçağımız yükseldikçe, yeryüzü minik bir maket gibi görünmeye başladı. Ülkemin bir incisinden, istiridye içine gizlenmiş diğer incisine gidiyordum. İlk dağ sıraları gözükmeye başladığında, kalbimin ritmi hızlanıyordu. Hızla yükselerek bulutların üzerine çıktık. Aşağıda kalan şehirler, köyler, dağlar, tepeler, denizler bulutların yumuşak örtüsüyle gizlenmişti. Yükseklerde, gökyüzünün maviliği ve bulutların beyazlığı adeta bir masal diyarını andırıyordu…

Uçağımız hızla yol alıyordu. Ben elimdeki derginin bulmacasıyla uğraşırken, pilotun, “birazdan Van Gölü üzerinden geçeceğiz” anonsu uçağın içinde yankılandı. Heyecan ve telaşla pencereden dışarıya odaklandım. Birkaç dakika sonra, Van Gölü'nün muhteşem deli mavisi gözlerimin önüne serildi. Göl, adeta sonsuz bir deniz gibi uzanıyordu. Gökyüzünün mavi tonları, gölün hafif esintili yüzeyiyle buluşmuş, sonsuz bir deniz gibi görünüyordu.

Uçak, Van Gölü'nün üzerinde süzülürken, camdan dışarı bakmak bir tabloya bakmak gibiydi. Masmavi gökyüzünün sonsuzluğu, Van Gölü'nün derin mavi sularıyla buluşması…  Gölün yüzeyi, rüzgârın hafif dokunuşuyla dalgalanıyordu. Hafifçe kıpırdayan dalgalar, güneşin ışıklarıyla parıldıyor, sanki altın zerrecikleri serpilmiş gibi göz kamaştırıyordu. Gökyüzüyle gölün buluştuğu bu muhteşem yer, doğanın en saf ve en dokunaklı şiirlerinden birini fısıldıyordu kulağıma.

Bu büyüleyici manzara, insanı içine çeken bir derinlik ve huzur taşıyordu. Mavi tonların birbiriyle dans ettiği bu göl, doğanın muazzam bir sanat eseri gibiydi. Gölün üzerinden süzülürken, bakir koylar dikkatimi çekti. Henüz insan eli ile yağmalanmamış bu doğa harikaları, masmavi suyun kıyısında huzurla uzanıyordu. Bu koylar, medeniyetin gürültüsünden uzak, sakinliğin ve doğanın kucağında adeta birer cennet parçasıydı. Her bir koy, kendi içinde ayrı bir hikâye barındırıyor gibiydi; kim bilir, belki de bu kıyılarda yüzlerce yıl öncesine ait sırlar gizliydi.

Başı karlı Süphan Dağı, tüm ihtişamıyla karşımızda yükseliyordu. Zirvesindeki karlar, güneş ışıklarıyla parıldıyor, adeta gökyüzüne uzanan beyaz bir yol gibi görünüyordu. Bu vahşi güzellik, Van Gölü ile kucaklaşıyor, doğanın gücünü ve zarafetini aynı anda sergiliyordu. Dağın eteklerindeki tepeler ve düzlükler, gölün mavi sularıyla birleşerek eşsiz bir manzara oluşturuyordu.

Manzarayı izlerken, içimde yoğun duygular kabardı. Doğanın bu kadar muazzam ve aynı zamanda bu kadar narin olabilmesi, insanın kendini ne kadar küçük ve önemsiz hissetmesine neden oluyordu. Gökyüzünde süzülürken, hayatın telaşından ve karmaşasından uzaklaşmış, bu anın içinde kaybolmuştum. Doğa, bize her zaman hatırlatır ki, dünya ne kadar büyükse, o kadar da detaylarla dolu ve anlamlıdır.

Uçağın Van Gölü’nün üzerinden süzülerek geçişi, bir tablonun içinde gezinmek gibiydi.  Gölün kıyılarında, sessiz ve huzurlu koylar sanki altımızdan kayıyordu. Bu koylar, doğanın sessiz birer sığınağı gibiydi. Koyların etrafında uzanan yeşil tepeler, gölün mavi sularıyla uyum içinde bir tablo oluşturuyordu…

Gölün ortasında, minik adalar, yeşilin ve kahverenginin tonlarıyla süslenmiş birer mücevher gibi ansızın belirmişti. Bu adalar, gölün derinliklerinden yükselmiş, yüzyılların öykülerini saklayan gizemli kahramanlar gibiydiler. En büyüğü Akdamar Adası, üzerinde yükselen tarihi kilisesiyle dikkat çekiyordu.

Gölün mavisi, adaların ve koyların zarif çizgileriyle birleşerek, doğanın kusursuz bir senfonisi gibi gözler önüne seriliyordu.

 Her bakışta yeni bir detay fark ediyor; bir ada, bir koy, ya da suların üzerinde süzülen bir kuş… Bu anlar, doğanın ihtişamını ve insanın ona duyduğu özlemi derinlemesine hissettiriyordu.

Gölün ve çevresinin güzelliği, kalbimde hem bir huzur hem de derin bir özlem bıraktı. Doğanın kucağında kaybolmuş gibiyim…

Her bir ayrıntı, her bir renk, her bir ışık oyunu, hafızama kazındı. Gölün dinginliği, koyların bakirliği, Süphan Dağı'nın heybeti ve vahşi güzelliği... Bu anıların her biri, kalbimde özel bir yer edindi.

Uçak inişe geçtiğinde ruhumda derin izler bırakan bir rüyadan uyanmış gibiydim. Doğa, bize her zaman kendimizi bulmamız için en güzel sahneyi sunar. Ve ben, Van Gölü'nün ve Süphan Dağı'nın kollarında, bu büyülü anı yaşadığım için minnettardım. Van Gölü'nün üzerinden geçerken hissettiğim yoğun duygular, hayatım boyunca unutamayacağım bir anı olarak kalacaktı. Bu yolculuk, bana doğanın  iyileştirici gücünü ve hayatın güzelliklerini bir kez daha hatırlattı.

Yazarın Diğer Yazıları