Ümran Öztürk

Kadim Şehir VAN

Ümran Öztürk

Kadim şehir Van… Tarihin ve doğanın iç içe geçtiği, her köşesinde bir hikâye saklı olan bu coğrafya, adeta bir masal diyarı gibi. Her adımda zamanın izlerini hisseder, her nefeste geçmişin soluklarını duyarsınız. Van, demek bir  Vanlı için ruh demek, özlem demek, aidiyet demektir.

Van’da sabahlar bir başka aydınlanır. Kahvaltı sofraları, yalnızca yemek değil, bir ritüeldir. Yaylalardan gelen taptaze otlu peynir, dağlardan süzülen bal, sıcacık tandır ekmeği… Van’ın kahvaltısı, doğanın cömertliğiyle insanın emeğinin buluştuğu, bereketin ve paylaşmanın simgesidir. Her lokmada yaylaların serinliği, gölün ferahlığı, toprakların bereketi hissedilir.

Van mutfağı, dağlardan, göllerden ve geniş ovalardan gelen bir şölendir. Keledoşun buğusunda, murtuğa’nın lezzetinde, Van’ın derin tarihiyle buluşursunuz. Her yemeğin içinde, toprağın, rüzgarın, güneşin izleri vardır. Otlu peynirin kendine has tadı, lavaşın kadifemsi  dokusuyla birleşirken, damakta bıraktığı leziz tatla sadece karnınız değil, ruhunuz doyar.

Ve semaverde demlenen çay… Van’da çayın anlamı başka. Semaverin dumanı, dağlardan süzülen bir rüzgar gibi yavaşça yükselir, çayın sıcaklığı ise insanın içini ısıtır. Van’da semaver başında içilen her çay, dostlukların, anıların, derin sohbetlerin eşlikçisidir. O çay, toprağın ve suyun birleştiği, insanın içindeki özlemi ve huzuru bulduğu bir andır.

Norduz koyunları yüksek yaylaların özgür ruhunu taşır. Yünlerinde dağ rüzgarının serinliği, etlerinde doğanın saflığı saklıdır. Bu koyunların her adımında Van’ın kadim kültürü, bin yıllık çobanlık geleneği hissedilir.

Van Gölü… Aslında bir deniz değil, ama ruhu deniz kadar geniş. Göz alabildiğine uzanan maviliğiyle insanı büyüler. Dalgalarının ritmi, gökyüzünün sonsuzluğuna karışır. Kıyısında oturup bu büyülü manzarayı izlemek, insanı zamanda bir yolculuğa çıkarır. Ve gölün ortasında yükselen Akdamar Adası… Akdamar Kilisesi, taş duvarlarına işlenen o zarif figürlerle bir sanat eseri gibi durur. Her bir taş, geçmişin bir yankısıdır; kilisenin duvarlarında doğayla inancın dansı hissedilir.

Van’ın badem ve iğde ağaçları da tıpkı kilimleri, savatı ve mutfağı gibi, bu kadim şehrin bir parçasıdır. Baharın ilk nefesiyle açan badem ağaçları, Van’ın tazeleyici havasını getirir. İğde ağaçlarının sarı çiçekleri, geçmişten gelen bir selam gibi kokar; insanın ruhunu sarar, anıları canlandırır.

Van’ın kilimlerinde, ellerin sabrını, gönüllerin hünerini görürsünüz. Her düğümde bir hayat gizlidir; genç kızların hayalleri, annelerin duaları, yüzyılların birikimi. Kilimlerin desenlerinde dağların heybeti, göllerin dinginliği, yaylaların serinliği dokunur. O kilimlerde yalnızca iplikler değil, Van’ın gökyüzü, toprağı ve geçmişi birbirine karışır. Her adım, geçmişten bugüne uzanan bir yolda atılmış gibi hissedilir.

Savat sanatı ise gümüşün karanlıkla dansı... Siyah ve beyazın, ışık ve gölgenin buluştuğu, sabırla işlenmiş gümüş işçiliği. Van’ın asırlık çınarlarının gölgeleri, dağlarının rüzgarları bu sanatın içinde saklıdır. Gümüşün derinliklerinde Van’ın bin yıllık öyküleri yankılanır, her motifte bir medeniyetin izi vardır.

Kadim şehir Van, her köşesinde bir şiir saklıdır. Kilimlerinde dokunan desenlerde, savatında işlenen gümüşte, kahvaltı sofralarındaki lezzetlerde bu şiiri duyarsınız. Van’ın denizi, adaları, dağları, ağaçları...

Her biri, bu kadim şehrin yüreğinde taşıdığı hikâyelerin bir parçasıdır. Dedim ya  Van, bir şehirden öte; zamanın ötesine uzanan, geçmişiyle bugünü, doğasıyla insanı bir araya getiren bir rüya, bir masal, bir özlemdir.

Yazarın Diğer Yazıları