Vedat Yazıcı

Yüzaltmış Milyon Yıl Önceki Mağara

Vedat Yazıcı

Karadeniz'in ucunda sanki bir küpe. Yaz kış esiyor. Çevrede sıcaklık bunaltırken burası yayla havasında. Istırancalardan esen rüzgârın fısıltısı, Karadeniz'deki dalgaların melodisine karşı oturmuş avdan dönen balıkçı motorlarının seslerini dinliyorum. Eşsiz güzellikte ormanlar kaplı. Çeşit çeşit bitkiler ve ağaçlar. Kaldığımız yerde çan sesleriyle uyanmamanız çok zor. Çünkü bu küçük ama çok şirin beldede İnekler tıpkı Hindistan'daki gibi çarşıda, dükkânların arasında dolaşıyor, villaların bahçesinde otluyorlar. Ormanlık alan olduğundan kaybolmaması için bütün ineklerin boynunda çan var. Sabah horoz seslerine adeta çan sesleri de eşlik ederek uyanıyorsunuz. Ormanlar çok şükür ki halen bakir. Umarım bu doğa harikası bu şekilde de kalır. İğneadayı görünce hala Türkiye'de el değmemiş bakir yerlerin olduğunu anlıyor insan. Hele ki sabah gün doğuştan önce Karadeniz'i seyrederken. Mavi Deniz portresinin seyrine doyum olmuyor. Muhteşem bir masmavi portresi duruyor gözünüzün önünde. Sanki en usta ressamın çizdiği tablo gibi. Bu manzarayı görmek için gün doğmadan önce uyanmanız gerekecek. Sessiz deniz durgun ve masmavi.Gün doğduktan sonra dalga sesleri sürekli kulağınızı çınlatıyor. Kayıkçıların motor sesleri de uzaktan deniz sakin olunca duyuluyor. Rüzgâr sürekli bir şeyler fısıldıyor kulaklarınıza. Uzaklardan bir haber getiriyor gibi. Çok uzaklardan gelen nefis doğa kokusunu içinizde hissediyorsunuz. Hava tertemiz ciğerlerinizin içinde. Nefes aldığınızın farkına varıyorsunuz. Tıpkı Van Gölü'nün kenarında gibi…
 Sıfır noktasındayım Karadeniz'in Bulgaristan çizgisinde. Deniz bütün etnik yapıları siliyor yeryüzünden. Bir adım ötede başka bir ülke başka bir kültür ve bambaşka insanların bulunduğu coğrafya ve bu tarafta bizler.  Oysa denize göre hava hoş. Hiç bir ayrım gözetmeksizin dalgalanıp duruyor. Sular birbirine karışıyor. Denizin içindeki canlılarda öyle. Sınır çizgisi belirlemeden. Bir o tarafta bir bu tarafta. Yeryüzünün keyfini çıkarıyorlar gibi…
 Kalabalıklardan ve dünyada olup bitenden haberdar olmak istemeyen, sadece kendim ve doğa diyorsanız hiç düşünmeden gelebileceğiniz bir yer. Kırklareli'nin Demirköy İlçesine bağlı bir belde. Ufacık ama şirin mi şirin bir belde. Upuzun kumsalı 33 km uzunluğunda. Sol taraftan kıyıyı takip ettiğinizde Ahırları ile ünlü Beğendik Köyü ile sınır çizgisi çizilmiş. Öte taraf Bulgaristan. Sağ tarafı takip ettiğinizde ise İstanbul'a uzanan uzun bir kıyı. Beğendik köyünden önceki kıyı çizgisi Limanköy ve Fransız Feneri. Kayıkçı motorları sıra sıra dizilmiş ağ tamiri ile uğraşmakta…
Demirköy İlçesinin Sarpdere Köyü sınırları içerisinde, köyün 5 - 6 km güneybatısında yer alan Dubnisa Mağarası, Trakya'nın turizme açılmış tek mağarası 160 Milyon Yıl Önce yaşlı kireç taşlarının içerisinde açılan bu mağaranın oluşum yaşı 4 milyon yıl önce olduğu tespit edilmiş.
Mağaranın toplam uzunluğu 3200 m'dir. Girişten itibaren ilk 1000 m'si suludur. Mağaradan çıkan kaynak Türk-Bulgar sınırı olan Rezve Deresini oluşturmaktadır. Girişlerden birincisi Dupnisa Dolin girişidir. İkincisi kuru mağara olup iki ayrı girişle başlıyor. Dışarıda hava sıcaklığı 25-30 °C iken mağara içi 5 °C civarında. Buzdolabı gibi. İlginç kaya şekilleri ve içerisinde korku filmlerindeki gibi yarasaların uçması ayrı bir keyif. Yurdumuzun her köşesi ayrı bir cennet ayrı bir tarih…Sevgi ile kalın…

Yazarın Diğer Yazıları