HAYAT VE İNSAN
Yaşar Adıyaman
Hayatı ciddiye alma payemiz var bir yerlerde, bu durum.kimseyi memnun etmeyecek ölçülerle gizlenmiş vaziyette duruyor. Kiminin kalbinde,.kiminin aklında, kiminin ağzında, kiminin gözünde. Bir de hayatta gayelermiz var. Yani amaçlar ve ölçütler insan sevdiği ve değer verdiği kişilere herşeyini açar gayesini, umudunu, aklını ve fikrini ama ne hikmetse darbeler ve ihanetler bu taraftan gelir insana.
Bu ölçütler sonunda insana kalan en vakitsiz şey tecrübe olur. Onunda vakti geçmiştir. Yeni umutlar ikinci bir başlangıç derken ömrünün sonuna kadar bilmem kaçıncı başlangıç hep başlar. Ve an gelir ölüm kapıyı çalar. Vakitsiz öten bülbülün mühim sesine kulak verir insanlar.
İşte hayat bilgisi bir hayal bilgisine bırakır kendini. Umutsuz vaka dediğin bile umutlu bir vakaya dönüşebilir. Ama unutmayın iki vakaya çare yok sadece, olmuşa ve ölmüşe çare yok.
Yaşadığımız sürece hayata inat, icraat, ihanet, kehanet, inanç, ilaç ve süresi çizilmiş çerçevenin içinde dolanıp duracağız. Bu yaşam konforu bireysel döngüyü toplumsal döngüye emanet eder.
Hayat aslında yaşaması gereken bir yolun başlangıcı ve bitimi olan bir serüvendir. Aklı ve düşünce yetisi olan tüm canlılar ya biliyor ya da farkındadır. Ama hiçbiri hatırlamak istemez. Ölümsüz bir hastalığa yakalanır. Öldüğü gün vakitsiz ve daha çok gençtir onun için ölüm.
Yaptığımız iş ne olursa olsun birgün mutlak bırakacağız, çünkü ölüm var. İnsan kendi ihtiyaçlarını giderecek kadar yaşamdan haz almalı. Belki insan için daha fazlası toplumsal amaçlara hizmet eden en güzel duygu iyilik yapmak olmalıdır.
Bu minvalde yaşanmış olaylar üzerinde tecrübe edeceğimiz duygu aklımıza ve kalbimize karşı bir sorumluluk duygusunu yüklemelidir. Yaşanmış olaylar üzerinde hayatı sorguladığımız zaman sadece bizim yaşadığımız süreyi değil yaşanmış olan asırlar kadar bir ömür yaşanmış gibi tecrübeye sahip olduğumuzu unutmayalım.
Bu tarih boyunca devam eden bir öğrenme biçimidir. Dünya'ya bu güne kadar yüz on milyar insanın gelip geçtiği ve şu an dünya nüfusu dokuz milyara doğru gitmektedir. Burdan anlıyoruz ki hiçbirimiz bu dünya da kalıcı bir mekana sahip değiliz. Ama bırakacağımız iyilik dolu kalıntılar tarihte süre gelen örnekler ile bizide süre gelecek insanlara örnek olarak bırakabilir.
Şimdi hangi işi yaparsak yapalım. Doğru, dürüst ve iyilik dolu olmalıdır. Evren ışığı altında bize bahşedilen herşey dahil hiçbir şey bizim değildir. İçinde bulunduğumuz konuma göre ya bekçisi ya da çobanıyız. Bunu her zaman aklımıza ve kalbimize anlatmakla nefsimize hükmetmeliyiz.
Şimdi gelelim tanımlara ve eylemlere bir kaç örnek ile yazımızın sonunu getirelim. Fikirleri tartışalım ama ötekileştirmeden insanlara saygılı olmalıyız. Siz nasıl olsa ölümü gerçekleşecek bir varlık olduğunuzu unutmayın. O zaman bu dünya senin olsa ne olur. Sadece senin sahibi olmadığın bir bekçi veya çoban olduğun aşikar ortada iken düşüncesiz bir olgunun ortaya çıkması kimseye faydası olmayacaktır.
Şimdi gelelim asıl meseleye insan onuru herşeyin üstünde insan bunu acı çekerek öğrenir. Tüm öğretiler de ve inançlara öncülük eden ve insanlığa katkı sunan herkes acı çekmiştir. Siz hiç Firavun'un acı çektiğini duydunuz mu? İnsanlar, yaşam öğretileri ile insanlığa katkı sunabilir. Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ya. "Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi: Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur... Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun.
O zaman iyiliğe devam edelim.
İnsanları anlamak masraflı iştir.
Emek ister, gayret ister,samimiyet ister.
Yanlış anlamak kolaydır oysa.
Biraz kötü niyet,
biraz da cahillik kafidir...
Hep iyilerle karşılaşmak dileğiyle...