Öğrenilmiş Çaresizliğe Karşı Bize Bilgiyi Bilince Dönüştürecek İyilik...
Yaşar Adıyaman
Toplum Mühendisliğinin ya da Öğretilmiş Çaresizliğin son dönemlerde iyilik yapıyormuş gibi görünen fakat kötülükleri bize dayatan insanların çoğaldığını görmek canımızı acıtıyor. Diğer yandan iyiliklere revan insanların sayısının azalmaması için çaba gösteren insanların varlığı da mutlu ediyor. Toplum olarak İnsanlar nasıl bir kişiliğe sahipse o şekilde gözükmelidir veya nasıl gözüküyorlarsa ona yakışır olmalıdırlar. Aksi takdirde iyi insanlar ise kıymetleri bilinmez, kötü kimseler ise haddinden fazla kıymet kazanırlar ve zarara uğratırlar. Mevlânın bu açıklayıcı sözü " Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" sözü adeta insanlığın reçetesidir.
İyilik ediyormuş gibi görünmek belki de kendimize ve insanlığa yaptığımız en büyük kötülüktür. Onun için bu öğretilmiş çaresizliği bir olan çerçevesinde dayatan anekdot tamda günümüze hitap ediyor
"Filler ne kadar geniş alanlarda yaşarsa yaşasınlar her gün kullandıkları patikaları kolay kolay değiştirmezler ve hep aynı yollardan geçerler. Fil avcıları bildikleri bu yollara yavru fillerin sığacağı derinlikte çukurlar kazarak tuzaklar hazırlarlar. Fil klanından bir yavru fil bu çukura düştüğünde avcılar fil klanının diğer üyelerini korkutup kaçırırlar ve yavrunun bir süre yalnız kalmasını sağlarlar. Daha sonra fil avcıları siyah elbiseler içinde, yüzlerinde ürkütücü maskelerle gelir ve çukurdaki fili kırbaçlarla döverler. Aç kalan ve dövülen fil hayatında görmediği bu zulüm karşısında şoka girer ve durumu kabullenir. Fil durumu kabullendiğinde ise yine aynı avcılar beyaz ve güzel kokulu elbiselerle, filin sevdiği yiyecekleri getirerek filin karnını doyurur ve yüzünü gözünü su ile temizleyerek severler. Fil korkudan beyazlılarla siyahlıların aynı insanlar olduğunu fark edemez.
Ertesi gün tekrar siyah elbiseler ve korkunç maskelerle gelen avcılar fili yine döverler ve birkaç gün daha aç bırakırlar. Sonra yine beyaz elbiseler, güzel kokular ve filin sevdiği yiyecekler... Bu böyle, fil beyazlar içindeki avcıları gördüğünde sevinene kadar sürer.
Avcılar filin kendilerine alıştığına emin olunca çukurun önünü kazarak fili çukurdan çıkarırlar ve hortumundan çekerek yaşayacağı yeni yere götürürler. Ancak işkence burada bitmez. Filin insanlara güvenmesi sağlanmıştır, şimdi sırada kaçmamasını sağlamak vardır.
Fillerin çok zeki ve zor vazgeçen hayvanlar olduğunu bilen insanlar filin inancını yıkmak gerektiğinin farkındadırlar. Köye getirilen fil, kaçmayı denememesi için kıpırdatabilmesi bile zor olan ağırlıkta bir zincirle direğe bağlanır. Hayvan haftalarca, aylarca kaçmaya çalışsa da zinciri kıpırdatamaz. Bu şekilde büyüyen fil kaçabileceğine dair inancını yitirir. Artık avcılar kaçmayı denemeyi bile düşünemeyen fili küçük bir halat ve ufacık bir kazık ile istedikleri yerde tutabilirler. Çünkü fil hala aynı ağırlıkta olduğunu sandığı zinciri asla kıpırdatamayacağı fikrini kabullenmiştir artık."
Bu anektod adeta günümüzde cahil bırakılmak en iyisini ben bilirim, sen kimsin, sen benim kim olduğumu biliyor musun, gibi söylemler ile kendini tanımlayan birilerinin ona iyilik yaptığını sananların saydığı en büyük tuzaklardan biri. Kendisini tanımadığı ona onu anlatan iyilik yolcusu insanların sert söylemini de dinlemezler. Çünkü dost acı söyler o ise hala devletin yunusundan uyanmamıştır. Uyan kendine gel, nefsini kontrol et dediğinde o hep birilerinin onu kurtaracağı sanıyla böbürlenir. Sen kendini geliştirmezsen kimse gelip senin beynine müdahale edip seni yetiştiremez. Onun için kendi sandalyemize kendimiz tekme atıyor celladı suçluyoruz, kendi cinayetimizin katiliyken maktul süsü veriyoruz. Sonuç ne? Koskocaman bir umutsuzluk!
Bizden başka herkes suçlu, herkes beceriksiz, herkes aptal, herkes iflah olmaz oluyor yaşanan her başarısızlığın ardından. Demek ki özgüven yorumlamalarımızda ve bunu hayata tatbik etme sürecimizde ciddi sıkıntı var.
Kendi denizinde boğulmak nedir acı da olsa öğreniyoruz.
Ama iş işten geçmiş oluyor. Sonra o kötülük yapanlar da geçmiş olsun diyor.
Bize en büyük zararı bizden olanlar veriyor. Ya da yanımızda hep değer verdiklerimiz. Biz acıyı bile meze kabul etmişken, bakış açımızı acıya dayatan bir tarafın mutsuzluğundan çözüm arıyoruz. Bizim insan oluşumuz bir duruş sergisidir. Yoksa her insan gibi bizlerde faniyiz. Sezai Karakoç’un o çok güzel sözü gelir hep aklıma: “Kötülükleri yok edemeyiz belki ama iyilikleri çoğaltabiliriz.” iyiliklere revan olanlar iyiyi ve kötüyü hakkıyla bize öğreten öğreticilere selam olsun. Yoksa han kalıcı biz gidiyoruz. Çocuklarımıza maddi olanaklar anlamın da ev, araba değil iyi bir insan olmaları için manevi bir çaba gösterelim. Yoksa yarın yavru fil gibi kimin iyi kimin kötü olduğunu kavrayacak bir argümana ve beyine sahip olamazlar. Farkında olmadan o da kötüler safında yer alırlar.
Öğretilmiş çaresizlik karşında bize ilaç olacak bilgiyi bilince dönüştürecek ve bunu iyilikle donatacak insanlığa hizmet edecek insanlar lazım.