Yunus Türkoğlu

Bizim dağlar

Yunus Türkoğlu

Gelin dağlara çıkalım dağlara! Mor menekşe, sümbül, lale derelim, yemlik, uşkun, çiriş kıralım... Zirveye doğru seke seke çıkalım, çayırların içinden geçerken hülyalara dalalım. Varalım bir pınarın başına, ateşi yakıp çayı demleyip oturalım uçurumun kaşına. Coşkun seller yamaçlardan yürürken, yosun tutmuş kayalar yeşile bürünürken, keklikler taşların üstünde ötüşürken çadır kuralım bizim dağlara…

Ilık eserdi hep rüzgârlar, ay akşamdan doğar, misk-i amber kokular yayılırdı bizim dağlara... Dağlara, yanık yüreğimde sevdalar besledim. Her daim gönlümde dağların çerağı yanar durur! Her aşığın derdi sevdası kadar, benim de sevdam Süphan, Artos ve Erek Dağı kadar. İkindi yağmurları yağar uçurum kenarlarında çiçekler biter ve duman çökerdi bizim dağların başına.  Ve sonra dağlara çıkasım, gönlünce gezesim ve bir türkü tutturasım gelirdi hey hey! Ey bizim dağlar, kurdunda hoş, kuşunda, kışında, yazında hoş!

Nuh tufanı başlamıştı, yağmur suları kovadan dökülür gibi yağıyordu. Rivayete göre kırk gün kırk gece devam etti. Su seviyesi en yüksek dağlardan kırk arşın yukarı çıktı. Gemi tufandan kırk gün sonra yürümeye başladı. Altı ay su üzerinde kaldı.

Hak Teâlâ, emretti yağmur dindi, sular süzülüp gitti ve gemi yeryüzüne yaklaştı… Bütün dağlar geminin kendisine inmesi için yarışa girdiler. Cudi Dağı tevazu edip kendisini buna layık görmedi. Bu tevazuu sebebiyle Rabbim gemiyi ona indirdi. Cudi Nusaybin’de bir dağdır…

Dağların nazarı huzur verir! Ufkunda masmavi gökyüzü ve zirvesindeki karlar ruhumuza ışık saçar. Yanaklarında bulutların busesi, yamaçlarında gelincik tarlaları ve yüreğimizi ıslatır akan dereler, çaylar…

Hüznünüz firar etmezse çıkın dağlara, dağlara. Ağarmayan şafaklarınız, geçmeyen hastalığınız ve dinmeyen sızılarınız varsa dağlara çıkın dağlara!.. Acının rengine boyandıysa ruhunuz, yalnızlık çıkmazına girdiyseniz ve çözülmeyen kördüğümleriniz varsa dağlara çıkın dağlara… Şehir seni yorduysa, sisli sokaklar canını sıktıysa dağlara çık arada bir dağlara!.. Dağlar şarkılar söylesin, dağlar seni sılaya götürsün, dağlar seni tefekküre daldırsın…

Cenab-ı Hak, Hz. Musa’yı peygamberlikle görevlendirmişti. Bir süre sonra Tur Dağı’na gitmesini ve orada bir ay oruç tutmasını vahyetti...

Musa (a.s.) buna çok sevindi. Kardeşi Harun’a; “Sen benim yerime kavmimim başına geç, onları ıslaha çalış, fesatçıların yoluna sakın tabi olma!” diye tavsiyede bulundu. Otuz gün sonra döneceğini söyledi. Sonra da hazırlıklarını tamamlayarak Tur Dağı’na gitti.

Orada bir yandan oruç tuttu, bir yandan da tevbe ve istiğfarla meşgul oldu. Günler huzur içinde geçti…

Dağlar gidenlerindir, dağlar huzurdur ve dağlar şükre vesile olan yerlerdir…

Bir hayal…

Bu şehrin dağları çalıverdi benim gönlümü. Yedi iklim dört mevsimin birinde yine Erek Dağı’na çıkmak istiyorum… Kenan, Zübeyir, Âdem, Çetin, Fuat ve Faruk ile yola koyulsak sabah erkenden. Çıkınlarımız sırtımızda, değneklerimiz ellerimizde ve bir de yağmur başlasa diyorum şöyle inceden… Dolana dolana tepeye çıksak “-Çocukken buralara gelirdik uşkun toplamaya!” desek bizleri hatırlar mı, bizleri tanır mı bilmem… Öğlen olunca bir kayanın üzerinde oturup otlu peynir ile domatesi tandır ekmeğine dürüm yapıp yesek, sohbet etsek hep beraber. Yorgun kuşlar gelip konsa yanımıza, su sesleri uzaktan bize inşirah verse geçmişin yâdıyla… Yaşadığımız günlerin bir rüya olduğunu anlasak hatırasıyla…

Hira Dağı’na çıkalım ilk vahyin geldiği kutlu mağarayı bulalım. Kısmet olursa “İzinin tozuna yüzümüzü sürelim” … Sırlar ayan olsa Hira Dağı konuşsa gözde yaş mı kalır sineleri dağlar çağlar konuşsa…

Kâinatın Efendisi, vahiy gelmeye yakın altı aylık süre içinde hep yalnızlığı arıyordu. Cemiyetten uzak durmak, düşünceleriyle baş başa olmak istiyordu! Yapılan ahlaksızlık, zulüm ve zulmetten sıkılıyordu. Bu sebeple, Mekke içinde pek durmaz sık sık Nur Dağı’na gider Hira mağarasında ibadet ederlerdi…

“Sen daraldığında Hira’ya giderdin ya Resulallah, biz nereye gidelim?”

Kâinatın Efendisi (sallalahu aleyhi ve sellem) 40 yaşında. Ramazanın on yedinci pazartesi günü Hira Dağı’ndaki mağarada günlerini ibadet ve taatle geçirecekti. Zevcesi Hatice-i Kübra’nın (radiyallahu anha) hazırladığı azığıyla Hira Dağı’na doğru ilerliyordu. Ve gecesinde ilk vahiy geliyordu!

Sabahında büyük bir ürperti ve heyecanla Hira Dağı’ndaki mağaradan çıkıp, aşağıya inmeye başladı. Yol boyunca her taşın, her ağacın ”Esselamü aleyke ya Resulallah!” dediğini işitiyordu… 

Allah’a emanet olunuz…

 

Yazarın Diğer Yazıları