Yunus Türkoğlu

Orda bir ev vardı…

Yunus Türkoğlu

Bu anlatacaklarımın hangi yıl olduğunu söylerdim fakat tam olarak hatırlamıyorum. Buna yetmişli yıllar, çocukluk ve gençlik yıllarımız diyorum. Hem bu arada sizleri tarihe boğmak istemem zaten belirli bir zamanı da yoktur, bu yıllara dağılmış bir süreçtir.

Bir şehir düşünün; yüksek bir coğrafyada bulunsun başı dumanlı dağları, masmavi gölleri olsun! Sokak başlarındaki çeşmelerinden buz gibi sular aksın. Bir yol düşünün; iki tarafı mühre duvarlarla çevrili olsun ve yürürken kendinizi eski zaman filmlerini anlatan bir dekorun içindeymişsiniz hissini versin! Şehir gürültüsü ve kalabalıkların hemgamesinin olmadığı ağaçlıklar içine gizlenmiş “Tarihi Van Evleri” ve avlusunda derin bir huzur, bahçesinde çeşitli meyveler ve mis kokulu çiçekler olsun! Bir şehir düşünün bir şehir, tanıdıkça seveceğiniz, sevdikçe bağlanacağınız sevdaları olsun! Bitmeyen sevgi, dinmeyen hasretle seni kendine çeksin dursun!

Size söyleyebileceğim o günlerin unutulmaz olduğudur. Yazmaya, anlatmaya, dinlemeye ve vakit ayırmaya değer olduğunu bilmenizdir! Hepsi bu işte… Şimdi filmi geri sarıp bahse konu o eve doğru yürümeye başlayalım. Haydi buyurun…

Cumhuriyet Caddesi’nden Askerlik Şubesi’ne giden caddeye yöneldim, yürümeye devam ediyorum. Sol yanımda köşe başında unutulmaz hatıralarla dolu Şen Kırtasiye var. İçeri girip Alaettin Şen ve yeğenini görsem hal-hatır sorup bir gazete alıp çıksam diyorum. Anahtarcı Turgut ağabeye başımla selam verip geçsem, sağ tarafta Kristal Restorant duruyor, varsın dursun ve Çarşı Karakolu’nun önünden çabucak geçsem diyorum. Sol tarafta İbrahim Öngel, Adil Ağar çayevinin önünde oturup bir çay içimi dinlensem, nefeslensem diyorum…

Ve zaman yorgun düşmeden bir bardak demli çayın buğusunda bu şehri yaşasam diyorum… 

Beş yolun birleştiği göbeği geçip yukarı doğru devam ediyorum. Sağ tarafımda heybetle duran Eski Büyük Cami’de ezanlar okunsun beş vakit ve huşuyla namazlar kılınsın kıyamete kadar! Sağlı sollu toprak damlı dükkânlar arasında Foto Süphan duruyor tarih içinde… Siyah-beyaz bir fotoğraf çektirsem zaman ve mekândan azade… Poz verirken elime bir demet çiçek mi alsam! Yoksa “Van Hatırası” tabelasını arka fona mı kondursam! Yok, yok en iyisi boydan olsun ki İspanyol paça pantolonum ve yeni aldığım ayakkabılarımda gözükmüş olsun!

Kimseler duymaz lakin bir inilti var bu garip gönlümde! Sisli hatıralarla kirpiklerim ıslanır yavaş yavaş, aheste…

Şerefiye Mahallesi sınırları içindeyiz. Eski elektrik santraline dönen sokak ile caddenin kesiştiği köşeye yakın iki katlı zarif yapılı bir Van evi vardı. Şehrin tarihinde iz bırakmış ve nice güzel hatıralara şahit olmuştu. İnşasına özen gösterildiği dıştan bakınca hemen kendini belli ederdi. Duvarlarının kalınlığı, kullanılan ahşabın kalitesi, pencere korkulukları vs. hepsi birinci kalite ve mimari yapı olarak da ayrı önem arz ediyordu. Belki bu saydıklarımın hepsi bir yana, asıl evin güzelliğiydi insanı kendine çeken… Bu evler Van’ın mimari eserleriydi, tarihi dokusuydu ve acımadan kendi ellerimizle yok ettik!..

Evin cephesi caddeye bakarken arka tarafında duvarlar ve evlerle çevrili iç avlu vardı. Ana kapıdan girince geniş ve uzun koridor sizi karşılardı. Sağ tarafta büyükçe bir oturma odası, karşısında daha küçük olan bir oda, devamında sol tarafta mutfak-banyo, sağ yanda yukarı çıkan ahşap merdiven ve sonrasında avluya açılan kapı mevcuttu. Yarı gömme olan merdivenler iki bölümdü. Birkaç basamak çıktıktan sonra doksan derece sola dönüp üst kat salona çıkılıyordu. Üst katta ayrıca odalar vardı…

Salon kapısından avluya bakan balkona çıkılıyordu. “Kerpiç evlerde balkon olur muydu?” demeyin. Demiştim bu evin mimari yapısı farklıdır diye. Çiçekli perdelerinden, ceviz mobilyalarından, kadife kaplı antika koltuklardan, tunç başlıklı karyolalarından, yerdeki acem halılarından, tavandaki kristal avizelerinden bahsetmeyeceğim! Avluya bakan balkondan ve oradan geçtiğimiz toprak damdaki hatıralar benim için önemlidir. Asırlık akasya ağacının dalları balkona kadar uzardı. Mustafa ile Veli bu ağaçtan aşağıya inip çıkabilirler miydi bilmem ama Murat rahatça çıkar inerdi...

Balkondan yan taraftaki dama geçer etrafı izlerdik. Karşımızda Erek Dağı, solumuzda Toprak Kale, hemen yanı başımızda tarihi Santral binası, yakınımızda eski cezaevi, Agah Beyin evi-bahçesi, ufukta Sanat Okulu ile Toprak Saha vardı. Bunların bir çoğu günümüze ulaşamadı! Katışıksız bir şehirdi burası sınırları bayırlara ve dağlara dayanırdı. Nice toprak evler vardı bir ömre bedeldi. Bu ev/evlerin içinde yaşayan insanlar; kimliği, kişiliği ve karakterleriyle örnek alınacak şahsiyetlerdi…

Orda bir ev vardı, şimdi hatıralarda kaldı!..

Ev sahipleri Kebapçı Ali Çakmakçı, hanımı nur yüzlü hep çarşafı ve peçesiyle hatırladığım Duriye teyze mekanınız cennet olsun…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları