Afrika'nın Zehirli Kuyusu: Sudan
Yusuf Kazak
Sudan’da 15 Nisan’dan beridir Hızlı Destek Kuvvetleri ve ordu arasında devam eden ve milyonlarca kişiyi amansız bir göç dalgasına sürükleyen iç çatışma ve istikrarsızlık tablosu, komşu ülkeleri ve tüm Afrika’yı etkileyebilecek boyutlarıyla bölge için bir dinamit olma potansiyelini devam ettirmektedir.
Çatışmanın geldiği noktayı, sebep-sonuç ilişkisi bağlamında anlamlandırabilmek için Sudan’daki aktüel aktörlere mercek tutmak ve yakın tarihe odaklanarak historik bir ‘jimnastik’ yapmak faydalı olacaktır.
Ülke, 1956 yılındaki bağımsızlığının ardından uzunca bir süre istikrardan uzak görüntüsüyle bir darbeler furyasına sahne olmuş ve devlet kurumsallaşmasının sağlanması her defasında sekteye uğramıştır. 1989 yılında General Ömer el-Beşir’in bir darbeyle yönetimi ele geçirmesi, 30 yıllık bir otoriter yönetim safhasının başlangıcına yol açarken; ülke açısından da birçok önemli olayın yaşanacağı bir devreye start vermiştir.
Sonraki devrede ülke için en önemli dönüm noktalarından birisi ise, 2003 yılında meydana gelen Darfur İç Savaşı’dır. Darfur bölgesinde; etnik sebepler, kuraklık, su paylaşımı ve hayvancılık faaliyetlerinin devamlılığı gibi saiklerle başlayan ve el-Beşir yönetimine bir başkaldırıya dönüşen çatışmalar, ülkedeki birincil ve yönetimi elinde tutan etnik unsur olan Arap bloğu ile daha çok Sahra altı menşeili yerel kabileler arasında bir iç çatışma tablosu oluşturmuş ve yaşananlar, el-Beşir yönetiminin, yerel unsurlardan kurulu ve Arap cenahına yakın ‘Cancavid’ milislerini sahneye sürmesine yol açmıştır.
Sonraki süreçte, Darfur İç Savaşı boyunca Sudan hükümeti lehine bölgede asayişi sağlayan ve bölgedeki yerel unsurlara adeta bir balyoz darbesi vuran Cancavid milisleri, hızlıca orduya eklemlenerek ‘Hızlı Destek Kuvvetleri’ adıyla paralel bir güç haline getirildi. Cancavid milislerinin başında bulunan ve Ömer el-Beşir’in eski bir dostu olan Hamdan Dagalu, iktidar gücünü de arkasına alarak elde ettiği bazı siyasal, askeri, istihbari ve ekonomik güç unsurları dahilinde Sudan içerisinde en etkili isimlerden biri haline geldi. Bilhassa, Dagalu’nun Darfur bölgesinde işlettiği altın madenleri ile edindiği mali kuvvet ve sınır ötesinde sağladığı askeri ve ekonomik bağlantılar, Dagalu’nun ülke içerisinde daha rahat hareket etmesine ve orduya alternatif bir güç olan, paramiliter kimlikli Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Sudan devlet aygıtı içerisinde başat bir konuma yükselmesine önayak oldu.
Öte yandan, 1980’lerden sonra başlayan, Güney-Kuzey çatışması çerçevesinde meydana gelen Sudan İç Savaşı ve uzun süre uluslararası aktörlerin de müdahil olduğu Güney Sudan Sorunu, yine 2000’lerden sonra ülkenin kaderi açısından belirleyici olan sorunlardan birisi olmuştur. 2005 yılında Birleşmiş Milletler’in müdahilliği ile Güney Sudan temelinde varılan Çerçeve Antlaşma, 2011 yılında Güney Sudan’ın bağımsızlığına giden yolu açması bağlamında kritik bir safha olmuştur. Güney Sudan’ın bağımsızlığıyla Sudan’ın bölünmesi, ülkenin çok etnik unsurlu ve Arap etnisitesi dışındaki yapılarının Güney’de nispeten toplanmasına sebep olurken; bu tablo, Hartum yönetiminin uzun yıllara varan etnik faktörler temelli iç çatışma sürecinin Güney Sudan’a sirayet etmesi neticesini doğurmuştur. Yaşananlar, tüm bölgeyi etkisi altına alacak, etnik temelli bir iç çatışma ihtimalini daha da arttıracak bir istikrarsızlık hattının tahkim edilmesine sebep olmuştur denilebilir.
Bunların akabinde, 2019 yılında Sudan’da başlayan halk hareketleri ile Ömer el-Beşir’in, Hızlı Destek Kuvvetleri ve hükümete bağlı ordu kuvvetlerinden karşı bir darbe yiyerek 30 yıllık iktidarını devretmesi, ülkenin aktüel olarak yaşadığı majör sorunlar bağlamında kritik bir gelişmedir. Ömer el-Beşir’in devrilmesi sonrasında kurulan Geçici Egemenlik Konseyi, ülkede bir türlü sağlanamayan iç ve siyasal barışın etkisiyle işlevsiz kalmış ve sorunları çözememiştir. Öte taraftan, bu konseyin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin zaman içerisinde tamamen lağvedilmesini ve orduya entegre edilmesini istemesi, ülkede 15 Nisan’dan beridir devam eden iç savaşın ve iktidar mücadelesinin fitilini ateşlemiştir.
Ülkede yaşananlar, uzun yıllar onarılamaz bir tahribat oluştururken; meydana gelen göç hareketleri, zaten epeydir bölge ülkeleri bazında devam eden sorunlar yumağına bir yenisini eklemiştir. Libya, Cezayir, Çad, Mali ve Nijer gibi ülkelerde uzun yıllardır devam eden istikrarsızlığa paralel olarak meydana gelmiş ‘Dinamitler Deposu’na birkaç yeni dinamitin eklenmesi; tüm Afrika’yı etkileyecek bir patlamaya yol açması bağlamında dikkate değerdir.
Bir diğer açıdan, Sudan’ın yaşadığı iç savaş bağlamında bölgesel ve uluslararası aktörler ülkeye fokuslanmış durumdadır. Özellikle Mısır, Türkiye, Birleşik Devletler, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, Sudan sathında güç ve çıkar maksimizasyonu elde etme çabalarına ivme kazandırmışlardır. Dolayısıyla mevcut tablo, son dönemde dünyanın birçok bölgesinde oluşan ‘çok aktörlü’ ve ‘çok faktörlü’ alanlara bir yenisini eklemesi açısından mühimdir.
Sudan bazında önemli olan unsurlardan bir diğeri de Nil Nehri temelinde bölge ülkelerini etkileyen ‘Su Paylaşımı’ sorunudur. Özellikle Mısır ve Etiyopya’nın atraksiyonlarıyla son dönemde daha da alevlenen bu sorun, Hartum yönetiminin yaşadığı mega çatışma iklimi çerçevesinde, önümüzdeki günlerde zikrettiğimiz ülkelerin Sudan’a bir askeri harekat başlatmalarına ve bölgede uzun yıllardır belirli bir düzeyde devam eden ‘Su Rejimi’nin değişmesine dair ihtimalleri arttırmaktadır.
Petrol ve bazı yeraltı kaynakları açısından zengin bir durumda olan Sudan, Kızıldeniz’e kıyısı olması, liman ticareti, bazı stratejik adalara ev sahipliği yapması ve yine Aden Körfezi’ne de komşuluğu bağlamında jeopolitik ve jeostratejik olarak yüksek düzeyde önemliliğini korurken; son dönemde dünyada gittikçe değer kazanan gıda güvenliği özelinde de ülke, bazı verimli arazilere ev sahipliği yapması açısından ihmal edilemez bir lokasyondadır.
Netice olarak Sudan; coğrafik, ekonomik ve stratejik yönlerden birçok güçlü karta sahipken; ülke, ‘Uluslararası Poker Masası’nda elindekileri kullanamayacak derecede bir beceriksizliğe ve çöküşe sahne olmaktadır. Güncel olarak yaşananlar ülkeyi adım adım yeni bölünmelere sürüklerken; bölgesel ve uluslararası aktörlerin süpersonik bir şekilde ülke sathındaki konuşlanışları dikkate değerdir. Yaşananlar kapsamında ülkenin, çevresine ve Afrika kıtasına zehirli su taşıyan bir ‘kuyu’ formatına girdiği söylenebilir.