Armageddon Hattı: İsrail-Filistin Çatışması
Yusuf Kazak
7 Ekim sabahı Filistin tarafından İsrail’e karşı başlatılan ‘Aksa Tufanı Operasyonu’, uzun yıllardır İsrail’e karşı girişilen en zayiat verici ve en keskin operasyon olarak kayıtlara geçerken; devam eden süreçte, bölgede mega bir krizin patlak vermesine paralel olarak yaşananlar temelinde bölgesel ve küresel aktörlerin müdahilliği, bir dünya savaşına gidecek ve batılı literatürde ‘Kıyamet Savaşı’ olarak ifade edilen ‘Armageddon Savaşı’na dair teolojik ve politik tartışmaları alevlendirmiş gözükmektedir.
7 Ekim günü olanların nevzuhur ve birden bire gelişen bir durum olarak telakki edilmesi, stratejik bir analiz hatası olacaktır zira bu, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de ifade ettiği üzere, uzun yıllara varan bir sıkışmışlık halinin patlaması olarak değerlendirilebilir. Bu, bölgedeki ilk kriz hali değildir. 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla birlikte gelişen olaylar, yaşanan Arap – İsrail savaşları, İntifadalar ve İsrail’in sürekli olarak topraklarını genişletmek yönlü politikaları bağlamında devam eden devrede ‘krizler kartelası’ oldukça geniştir.
7 Ekim günü Filistin temelinde Hamas’ın başlatmış olduğu saldırının zamanlaması oldukça manidar gözükmektedir. Son dönemde, Suudi Arabistan başatlığında yürüyen ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Ürdün ve Mısır temelinde devam eden İsrail ile normalleşme hareketleri, bölgeyi yeni bir siyasal dizaynın eşiğine getirmişti denilebilir. Devam eden müzakereler temelinde Filistin Davası’nın artık unutulmaya yüz tutmuş olma havası, Hamas faktörünün pasifize edileceğine dair alametler, İsrail’in bölgede kendisine karşı gelebilecek olası örgütsel tehditleri bertaraf etme stratejisi, bölgenin nüfus yapısının değiştirilmesine dönük faaliyetlerde yaşanan yüksek ivme ve tüm bölgeyi kapsayacak yeni bir finansal ve siyasal entegrasyon modelinin sahneye konulması; kendilerini Filistin Davası’nın hamisi olarak etiketleyen Hamas yapılanmasını ve Gazze’deki diğer grupları fazlasıyla keskin ve radikal ataklara itmiş denilebilir. Yaşananlar, orta ve uzun vadeye dayanan devletsel strateji ve ajandaları tepetaklak etmesinin yanı sıra, bölgesel ve küresel yapı ve aktörleri de yeni bir konuşlanışa itmesi bakımından sansasyonel etkiler doğurmuştur.
Öte yandan, Hamas’ın 7 Ekim günü yapmış olduğu saldırıda kullanmış olduğu neo askeri ve teknolojik hamleler, daha önce Afganistan temelinde Taliban yapılanması bağlamında ortaya çıkan ve batılı cenahlar tarafından sınırlı bir kapasitede addedilen bazı yapıların, kendilerini yeni milenyum çağına adapte etme ve klasik bir görüntüden sıyrılma çabaları olarak değerlendirilebilir. Teknolojinin kolay elde edilebilirliğiyle tanımlanabilecek yeni dönem, güçlü görülen devletleri sürpriz ve sarsıcı birtakım yeni atraksiyonlarla karşı karşıya bırakması açısından önemlidir.
İsrail’in, gelişen süreçte Gazze bölgesine karşı başlatmış olduğu orantısız, evrensel hukuk ile bağdaşmayan ve acımasız saldırıları, uluslararası arenada sürpriz neticeler meydana getirmesi bakımından mühimdir. Birçok batılı merkezde ve platformda İsrail aleyhinde yapılan gösteri ve nümayiş hareketleri ve insanlığın uygar ailesi bağlamında yaşananlara verilen tepkiler ve ateşkes çağrıları, İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren küresel yönetişim unsurlarını şaşırtmasının yanında; bu gösterilere ve tepkilere kısıtlama getirmeye çalışan ve bölgedeki krizin yatıştırılmasına yönelik insani çabalara destek vermeyen batılı devlet ve yapıları, söylemsel ve ideolojik bağlamda bir paradoksal düzleme sokmuştur denilebilir. Demokrasi, adalet ve insan hakları gibi kavramların fazlaca yıpranmasına tanıklık edilmektedir.
Yaşananlar dahilinde küresel aktörlerin fazlaca bölgeye müdahilliği, bir küresel savaş ihtimali tartışmalarını alevlendirirken; bazı söylemler ve eylemler dahilinde bunun bir dinler arası savaş formuna sokulmaya çalışılması, ‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin mimarı olan Samuel Huttington’un heyulasının bölgede fazlaca dolaşmasına yol açmıştır. Küresel liderlik iddiasında olan devletlerin objektiflikten ve bilgelikten fazlaca uzak adımları, bölgesel ateşe küresel benzin taşınması anlamına gelmektedir.
Bir diğer taraftan, İsrail’in Gazze’ye amansız ve hedef gözetmeyen dehşetli saldırıları bağlamında bolca teolojik öğenin politik ve askeri açıdan enstrümantalize edilmesine şahitlik edilmektedir. İsrail Başbakanı Netenyahu’nun; geçenlerde ifade ettiği ‘Yeşaya Kehaneti’ söylemi, çokça Tevrat’tan örnekler vererek askeri harekatlara motivasyon kazandırma çabaları, İsrail devlet yapılanmasının sürekli olarak dinsel temelli söylemleri ve Arz-ı Mevud bağlamında dillendirilen fütüristik yaklaşımlar, zikrettiğimiz teolojik öğelerin enstrümantalize edilmesine esaslı örneklerdir.
Öte taraftan, gelişen proses içerisinde İspanya, Portekiz ve bazı Latin Amerika ülkelerinin İsrail’e karşı gösterdikleri tepkisel siyasal ve diplomatik yaklaşımlar, tarihin uzun bir devresini meşgul etmiş, Geleneksel Yahudi – Geleneksel Katolik bloklarının çatışmasının bir tezahürü olarak görülebilir. Tarihten miras kalan bazı sosyolojik ve genetik aktarımlar, bugüne yön veriyor denilebilir.
Bir diğer önemli husus ise, dünya çapında ve özellikle Birleşik Devletler’deki bazı Yahudi grupların İsrail devletinin yaptıklarına karşı göstermiş oldukları tavır ve gösterilerdir. Bilhassa Naturei Karta Hahamları adlı oluşum mensuplarının önemli rol üstlendiği bu karşıtlık hali, insanlığın ortak vicdanına ve hard-power unsurları önceleyen tarafgir devlet anlayışlarının dönüştürülebileceğine dair küresel inancı arttırması bakımından dikkate değerdir.
İsrail tarafından yapılan askeri harekatlar dahilinde Filistinli sivillere yönelik kıyımların ve yerinden etmelerin sürdüğü bu dönemde, bölgeye dair uluslararası odaklanma artmıştır. Çokça dillendirilmeye başlanılan ‘iki devletli çözüm’ ve BM gibi yapılarca güçlü bir şekilde sürdürülen ateşkes çağrıları, bolca teolojik amaç barındıran İsrail yönetiminin askeri, teolojik ve siyasal intiharı olarak addedilmektedir. İsrail’in bölgeyi boşaltma çabaları, Hamas’ı bitirme faaliyetleri ve Filistin direnişini yıkma amaçları bütün yönleriyle ortadayken; yaşananların, radikal İsrail yönetimini baskılayacağına ve bölgeyi iki devletli bir siyasal çözüme yaklaştıracağına dair değerlendirmeler de masada durmaktadır.
Netice olarak, bölgede halihazırda süren mega kriz, beraberinde insanlık değerlerinin fazlaca tahrip edildiği bir ortam oluştururken; savaş sadece konvansiyonel çerçevede değil de teolojik çerçevede de sürmektedir. Epeyce dinsel faktörlerin devreye girdirildiği bu noktada, bir ‘Armageddon Savaşı’na doğru gidişin taşları, bazı yapılarca dizilmeye çalışılmaktadır.