Banliyöler Kıskacındaki Fransa
Yusuf Kazak
Birkaç hafta önce Fransa’da Cezayirli bir gencin polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine ülkede başlayan protestolar ve nümayiş hareketleri, ilk günkü heyecanını yitirmiş olsa da hala ülkeyi derinden sarsabilecek ve devletin hassas iç dinamiklerini yıkabilecek potansiyeller taşımaktadır.
Son dönemde, sık sık halk hareketlerine ve geniş çaplı gösterilere sahne olan Fransa, bir türlü istikrara kavuşamayan görüntüsüyle geleceğe dair olarak negatif bir görüntü çizmektedir. Özgürlük, demokrasi, kardeşlik ve eşitlik gibi kavramların anavatanı olarak telakki edilen bu ülke, Fransız İhtilali ile birlikte tüm dünyanın yapısını değiştirecek kavramları ihraç etmesine mukabil; bu kavramların oluşturması gereken ‘Sosyolojik Barış’tan her zaman için paradoksal bir netice olarak mahrum kalmıştır. Üstelik bu paradoksal mahrumiyet, ülkenin geleceğini belirlemesi beklenen üstün Fransız değerlerini ‘etkisiz’ hale getirmektedir.
Görgü kuralları, düşünsel devrimler, bilimsel ve teknolojik atılımlar, insan hakları ve demokrasi bağlamında insanlığın medeni ailesine katkılar sunmasının yanı sıra Fransa; ırkçılık, ayrımcılık, çifte standart, yabancılara dair şüphecilik ve nefret dili ithamlarına muhatap olmaktadır. Özellikle geçmişten beri Fransa’nın sömürge bölgeleri olan Kuzey ve Sahra Altı Afrika’dan gelen göçmenlerin yaşadığı banliyölerdeki kitlelerin profili, devlet aygıtına yaklaşımları, onlara karşı takınılan devletsel tavırlar gibi faktörler, Fransa’nın iç yapısını ve kamusal güvenliğini belirleyen doneler barındırmaktadır.
Son dönemde birçok halk hareketinin ve iç karışıklığın meydana geldiği Fransa’da, devlet aygıtı ile banliyöler arası ilişkiyi irdelemek olayları daha iyi analiz etmemizi sağlayacaktır. Devletin geçmişten beri buralarda yaşayan topluluklara karşı göstermiş olduğu şüpheci ve sert yaklaşım, banliyölerde yaşayan insanların bir türlü Fransız değerleriyle ve ulusal şemsiye ile entegre olamamaları sonucunu doğurmuş denilebilir. Öte yandan kamusal yatırımların buralara etkin bir şekilde ulaştırılmaması ve güvenlik kuvvetlerinin burada yaşayanlara karşı sergilediği orantısız ve sert yaklaşım, devlet ile banliyölerin arasını daha da açan etkenler olarak değerlendirilebilir. Görece otorite boşluğu ve sağlanamayan kamusal barış, banliyölerde yaşayanlar arasında farklı yönelimlere sahip, radikal, anarşiye meyilli ve kamu güvenliğine tehdit oluşturan profiller oluşturmuş denilebilir. Bu yönüyle, bir türlü sağlanamayan sosyolojik barış ve ortaya çıkan halk – devlet güvensizliği, Fransa’nın tümüne sirayet eden kargaşa ve istikrarsızlık tablosunun amilleri olarak ifade edilebilir.
Daha çok göçmenler temelinde vuku bulan halk hareketleri, göçmenlere karşı olan ve üstün Fransız değerlerinin savunuculuğunu üstlenen grupları daha da provoke ederken; Fransa’nın başına gelenlerin, bu ülkenin sömürgeci geçmişinden kaynaklandığının ve bu bağlamda geçmiş hükümetlerden beridir sağlanamayan ve sağlanması için de pek çaba sarf edilmeyen ulusal uzlaşı eksikliğinin, özeleştirel bir şekilde Fransız entelijansiyası tarafından masaya konularak tartışılmasını zaruri kılmaktadır.
Göçmenler meselesi ve geleceğe dair yapılan nüfus projeksiyonlarının gölgesinde Fransa’nın, demografik ve dinsel yapısının hızla değiştiği esaslı bir realite olarak karşımızda dururken; yüzyıllardır antropoloji, felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarında devasa çalışmalar üstlenmiş Fransız devlet aklının, bu çerçevede proaktiflik ve ileri görüşlülük hamlelerini yapmayıp pasif bir görüntü çizmesi, dikkatle irdelenmesi gereken bir diğer stratejik körlük olarak tahlil edilebilir.
Bir diğer önemli nokta ise, Fransa’nın son yıllarda değişen dünya dengeleri doğrultusunda sürekli olarak ‘tansiyon yükseltici’ ve ‘sınırları zorlayıcı’ operasyonlara maruz kalması gerçeğidir. Özellikle son yıllarda Macron’un ‘Avrupa Ordusu’ kurmaya dair beyanları ve ABD’den bağımsız olarak Avrupa’nın güvenlik kurumsallaşmasının yeniden tesisi ile ilgili olarak Fransa’nın üstlendiği öncü ve harekete geçirici rol, gelişen süreçte, farklı içeriklerle hareketlenen sokaklar ve devlet sistematiğini çok zor durumda bırakacak gelişmeler olarak bir dönüt sağlamış denilebilir. İlerleyen günler, Fransa ve Almanya temelli olarak Avrupa’nın ABD hegemonyasından çıkmasına dair atraksiyonlarla dolu olacağa benzemektedir.
Halihazırda Fransa için en önemli alan Afrika bölgesidir. Son yıllarda Afrika özelinde Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin Afrika’daki ‘yumuşak güç’ eksenli alan kapma gayretleri, Paris yönetiminin kadim hegemonyasını ciddi açıdan tehdit eder bir noktaya gelmiştir. Öte taraftan Afrika eksenli olarak Fransa ile mevcut olan topluluk ‘network’ leri, Paris yönetiminin, Afrika sathında istihbarat, sosyoloji, coğrafya ve ekonomi boyutlu analizler kartelasını daha da genişleteceği anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, Fransa’nın dünya devletler tablosundaki güçlü konumunu borçlu olduğu Afrika bölgesi, yine bu bölgeyle ilintili olarak göçmenler meselesi, kolonyal ve post-kolonyal dönem ekseninde süregiden ve Fransa’ya yönelik bolca ithamlarla dolu tartışmalar ve Fransız devlet sistematiğinin ulusal ve uluslararası çaptaki politikaları, her yönüyle Paris yönetiminin karşısına faturalar çıkarmaktadır. Ortaya çıkan neticeler, horozun gururunu ve gür sesini kesebilecek potansiyeller barındırması açısında kritik seviyede dikkate değerdir.