Van'a gelin oldu (3)
Ziya Şahin
Ertesi gün tam ona açılmak ve aşkımı ilan etmek üzereyken bir aksilik çıkıyordu. Bu sefer planlarımı başka bir güne ertelemek zorunda kalıyor ve umutlarımı yeniden tazeliyordum. Öyle müptela olmuştum ki sabah erkenden koşar adımlar ile okula gelir, yatak haneden sınıfa gelmesini dört gözle beklerdim. Onun gelişi sınıfımızı aydınlatır ve her yeri çiçek bahçesine çevirirdi. Ben hemen harekete geçerek bir şeyleri bahane eder ve yanına sokulurdum. Gözlerinin rengini Van gölünün maviliğine, yüzündeki allıklarda Süphandağının çiçeklerine benzetirdim. Fakat ne yaparsam yapayım ol görüp ona ulaşabileceğim adımları atamazdım.
Acaba neden korkar ve kendimi uçsuz bucaksız kuyuların dibinde bulursam aklım ermezdi. Kim bilir belki reddedilmek veya dışlanmak korkusu daha ağır basıyordu. Belki de o yüzden adı konmamış korkuların arkasına gizleniyordum. Bazen yakından yüzüne bakarken güzelliği karşısında ümitsizliğe kapılır. Kendi kendimi teselli etmek için, böylesine güzel bir kızın ancak cumhurbaşkanlarını sevebileceğini. Ancak üst düzeyde makam mansıp sahipleri ile evlenebileceğini var sayardım. Bu durum ne kadar devam etti bilemiyorum. Bir gün üst sınıflardan birisiyle görüştüğünü duyunca dünyam başıma yıkılmıştı. Günlerce deli divane gibi gezdim ve o günden sonra karşılıksız aşkımı yüreğime gömerek okuluma devam ettim. Bir yerde okumuştum. Bir insan sevdiğine karşı duyduğu sevdayı söyleyemez. Onun hasretiyle yanıp tutuşarak ölürse aşkın şehitlerine karışırmış. Ben ona duyduğum sevdayı şiirlerime ve türkülerime gül yüzlüm olarak kattım ve yüreğimin en derin yerinde saklıyorum. Şimdi aradan kırk yıl geçti ve saçlarımıza aklar düştü. Daha sonra evlendim ve Cenabı Allah bana dünyalar iyisi bir eş ve aslanlar gibi iki tane yiğit oğul verdi.
Van Kız Öğretmen okulu ile ilgili anılarımın arasında İngilizce öğretmenim ile ilgili olanı hatırayı paylaşmak istiyorum. Her öğrencinin unutamadığı bir öğretmeni ve onunla ilgili bir anısı vardır. Benim öğretmenimde aynı zamanda hemşerim olan Ahmet Eyici beydi. Kendisi bana diyarı gurbet ellerde bir öğretmen gibi değil de bir ağabey gibi sahip çıkmıştı. Ahmet bey İngilizce dersimize giren ve mesleğini her şeyden çok seven idealist bir insandı. İlk tanıştığımız gün beni içtenlikle kucakladı ve halimi hatırımı sordu. Bir ihtiyacımın olduğunda hiç çekinmeden aramamı istedi. Sonra giderken döndü ve bana dedi ki:
--"Bana bak, ben Ahmet beyin hemşerisiyim, bana torpil yapar veya ayrıcalık tanır gibi şeyler aklından geçiyorsa tavsiye etmem. Benim hemşerim çalışkan ve zeki olmalıdır. Yoksa sağda solda boş avara gezen adamı sevmem semtime bile yaklaştırmam" dedi. Bir gün sözlü mülakatta nasıl olduysa sıra bana gelmişti. Ben gayet hazırlıklı olduğum halde tahtaya çıkınca heyecan yaptım. Bir haftayı ve günlerini sayarken Fridayı "feride" diye telaffuz etmişim.
Ahmet bey sınıfa dönerek;
--"Arkadaşlar aranızda feride diye birisi var mı" dedi. Tabi bütün sınıf benim telaffuz hatama epeyce gülmüştü. Değerli öğretmenim, Ahmet beyle aynı memleketli olmamız hasebiyle birbirimizden hiç kopmadık ve halen görüşürüz. Aradan kırk yıl geçmesine rağmen her fırsatta bir araya gelir ve eski günleri yâd ederiz. Yine okul anılarımızdan biriside "Milli Güvenlik" hocası ile ilgiliydi. Hatırladığım kadarıyla o dönemde dersimize bir Albay girerdi. Kendisi mesleği gereği asker olduğu için bizden askeri disiplin bekliyor ama karşılık bulamıyordu. Bir seferinde beni kenara çekerek sıkıştırmaya kalktı.
--"Bak evladım ben tam sınıfa girmek üzereyken, sen yüksek sesle, dikkat komutan geldi" diye bağıracaksın.Ve ben sınıfa girdikten sonra selamlamadan yerlerinize oturmayacaksınız.
Bu ne böyle sende kızların içinde dura dura kızlara benzemişsin. Bir daha ki seferde bu söylediklerimi harfiyen uygulayacaksınız anlaşıldı mı" dedi. Bunun üzerine ertesi hafta komutanın verdiği talimata uygun hazırlandık. Birkaç kez yaptığımız prova başarısızlıkla neticelendi. Çünkü arkadaşlarım benim dikkat çekmemi komik bularak olmadık şekilde kaynatıyorlardı. Bu sebepten dolayı komutanın istediği şekilde karşılama töreni yapamadık. Van Kız Öğretmen Okulu ile ilgili anılarımı yazmakla bitiremem. Orada bulunduğum süre içerisinde Lise 1 ve Lise 2 dönemi güzellikler arasında geçti.
Artık ben tamamen Van'a adapte olmuş yöresel adetleri gelenek ve görenekleri öğrenerek onlar gibi yaşamaya başlamıştım. Mahalleden birkaç tane de arkadaş edinmiştim. Onlar la birlikte göle gidiyor ve akşama kadar boş zamanlarımızı değerlendiriyorduk. O sene ramazan ayı yaza gelmiş, bizlerde rahmet ayını oruç tutarak ibadetlerimizi yerine getirerek sürdürüyoruz. Teravih namazlarını genellikle Sıhke caddesinde bulunan Hacı Hidayet camisinde kılardık. Bir gün teravih namazında akıllara durgunluk verecek ilginç bir olay yaşandı. Teravih namazının ortasında tam secdeye varmışken ellerimin üzerinden ıslak bir şey geçti. Ben ne oluyor demeye kalmadan baktım ki her tarafı ıslanmış sevimli bir kedi yavrusu korkarak safların arasında yürümeye çalışıyor.
Biraz ötede hocanın namaz kıldırdığı mihrabın önünde nispeten biraz daha kuru ikinci bir kedi yavrusu var. Sırtını duvara vermiş oturur vaziyette hoca Allahüekber diye secdeye varınca göz göze geliyorlar. Hoca secdeye varırken bir elini secdeye veriyor diğer eliyle de kediyi uzaklaştırmaya çalışıyor. Buna karşılık sevimli kedi yavrusu minicik patileri ile hocaya vurmaya çalışıyordu. Biz artık o saatten sonra namazı bıraktık ve hoca ile kedinin mücadelesini gözlemliyoruz. Hoca efendi aşkla şevkle cemaati hızla yatırıp kaldırıyor. Bir hamle iki derken nasıl olduysa bir anda durarak panik halinde geri döndü ve
--"Eziz cemaat muhterem müminler, elimizde olmayan bir sebepten dolayı namazı burada bırakmak zorunda kaldım. Gördüğünüz bu pişik yavrusu elimi dırmığladi ( kanattı) ve ebdest bozuldu. Sizden recam ecele tarafından kendinze bir imam bulun ve ebdestlerinizi tezeleyin. Tabi bu olaydan sonra bütün cemaat gülmekten yerlere yatmıştı.
(Devam Edecek)