YAZILMAKTA OLAN BİR ROMAN '21 GÜN'
Yavuz Yıldızbaş yazdı...
Bu haftaki yazım, uzun süre üzerinde çalıştığım araştırma inceleme yaptığım, 1915 yılında Van'da yaşanmış olan Ermeni isyanını kaleme aldığım tarihi romanımın giriş kısmından birkaç paragraf olacak.
Bu vesileyle bu paragrafları okuyacak siz değerli okurların görüşleri benim için önemlidir. Olumlu ya da olumsuz eleştiriler daha iyisi için yol gösterecektir. Beklerim.
...
Derenin her iki tarafına tesbih tanesi gibi dizilmiş birbirine bakan kerpiç evler, ahşap oyma işçilikli pencerelerin önünde saksıdaki cam güzeli çiçekler..
Tek sanatkarın elinden çıkmış gibi her birisi birbirinin aynı olan oyma motifli kapıların üstünde aslan başlı tokmaklarıyla bir uyum sergileyen evler..
Bu evlerin önünden akan çayın berraklığına vuran güneşin ışığıyla parlaması, göz alıcı bir ahenk içinde akışı, insana huzur veriyor.
Türlü türlü hayallere dalmalı bir ortam diye düşünürken tam o sırada çayın kenarında yeşillenen otları yemek için dereye inen kazların;
-Vak! Vak! Vak!"
Sesleriyle irkildi.
-Huzuru hep insanlar bozacak değil ya biraz da hayvanlar bozsun öyle değil mi?
Diye tebessüm ederek mırıldandı.
Çayın tertemiz ve serin suyuyla elini yüzünü yıkayıp abdestini aldıktan sonra yukarıya doğru çıkarken, bir güneşe bir de gölgesine bakıp, öğlen namazı vaktinin yaklaştığını farketti.
Möhre denilen çamurdan yapılmış kalın avlu duvarlarının arasındaki daracık tozlu yoldan camiye doğru yürürken, birden çan sesi duydu.
Hemen sesin geldiği Ermeni kilisesine doğru baktı.
Kendi kendine söylendi;
-Yahu her gün çalınır bu çan; fakat bugün sanki daha yüksek sesle daha heyecanlı mı çalındı ne?" Dedi.
Tam bu sırada karşı mahalleden genç erkeklerin kiliseye doğru yürüdüklerini görünce;
-Ulan bunların gençleri kiliseye giderken, yaşlıları şaraba meyil salmış. Bizim de ihtiyarlarımız camiye giderken gençlerimiz alemde..
Diyerek söylene söylene yoluna devam etti.
...
Bir mahallede yaşanan iki din..
Bir tarafta çan, bir tarafta ezan sesi.
Asırlar boyunca kutsal değerlere karşılıklı saygı gösterilerek yaşatılan hoşgörü iklimi..
Taa ki, Devlet-i Aliyye'nin zayıfladığı bir dönemde, azınlıkları isyana teşvik için, neredeyse tüm şartların hazır hale geldiği bu zamanda harekete geçmek gerekiyordu.
İşte bu hareketlenmeler başladığında
her iki mabedde de endişe verici bekleyiş içinde bir bekleyiş...
Bir tarafta isyan hazırlığında olanlar; diğer tarafta da isyan anında ne yapılacak diye endişeli bekleyiş içinde olan ahali..
"Milleti Sadıka" denilerek korunup kollanılan Ermeniler, Rusların özel yetiştirdikleri hem dini, hem de eğitim alanındaki ajanlarıyla memlekette isyana teşvik için kışkırtma hareketlerini iki yönden başlattılar.
Din adamı Van başpiskoposu Mıgırdic Hrimyan ve eğitim alanında Van'da Ermeni çocukları için okullar açan öğretmen Mıgırdiç Portakalyan adlarında bu iki ajan, isyanın alt yapısını oluşturmak için Van'da görevlendirilmişlerdi.
Psikopos Hrimyan, gözde papazlarından Martin Agopyan'ı isyana hazırlık ve teşkilatlanmanın altyapısını oluşturmak için çevre köylere gönderdi. Hrimyan'ın çizdiği harita üzerinde onun temsilcisi Agopyan önderliğinde kilisede bir toplantı gerçekleştirilecekti.
Toplantının amacı isyanın çerçevesini çizmek ve orda toplanan ahalinin ileri gelenlerine görevler vermekti..
...
Veee...
Geldi çattı o gün..
Kutsal pazar günü, gün ortası oldu.
Yivli kubbesinin konikliğini Ağrı Dağı'ndan alarak yapılan kilisenin batı yönüne konulan çanlar, her zamankinden daha gür daha heyecanlı çalıyordu.
Alışılmışın dışında bir sesle çalınan çanın sesi Müslüman ahalide endişe uyandırmıştı herkes bir tuhaflık olduğunu hissediyordu.
Çanın, o endişe verici gür sesini duyan Ermeni ahalisi ise, heyecanlarını, karmakarışık duygularını kapatmaya çalışırlarken daha fazla dikkat çektiklerini farketmeden hızlı hızlı kiliseye yürüyorlardı.
İçeri giren herkes, içi suyla dolu olan kurnaya sağ ellerini batırıp;
-"Tek Allah olan Peder, Oğul ve Kutsal Ruh Adına" diyerek, ıslak parmaklarıyla haç çıkarıp yerlerine geçiyorlardı..
...
Görev dağılımı yapılırken büyük kahramanlık nişanesi verilmiş gibi görevi alan her biri;
-"Yaşasın Büyük Ermenistan!"
narası atıp ardından isyanın önderi olarak gördükleri Hrimyan için; "Yaşa Baba!" anlamına gelen
-"Yaşa Hayr!"
diye bağırıyorlardı.
Görev dağılımı tamamlandıktan sonra, isyana dini hüviyet kazandırmak için başlangıç günü önemliydi.
İlk adımı "Esaretten kurtuluşa son ayin" diye adlandırdıkları, aslında Hristiyan inancında "Rabbin son akşam yemeği" diye de bilinen "ekmek ve şarap" ayininden sonra başlatma kararı aldılar..
Bu saatten sonra karanlık günler başlıyordu.
Ağızlarına köpük düşmüş şekilde, tarihin çok az gördüğü vahşice katliamlar, tecavüzler, diri diri insan, hayvan yakmalar, bir şehri her şeyiyle birlikte yakıp yıkıp yok etmeler...
...
Bu romanımda tarihi belge bilgi kaynaklara sadık kalarak acı olayları yazı diliyle ifade etmeye çalıştım.
Bu yüzden özenle seçilmiş kelimeler ve yerli yerinde kullanılan cümleler kurarak etkileyici bir dille anlatmak için uzun zaman gerekiyor.
Bu bakımdan romanım halen yazım aşamasında, tamamlanana kadar arada bir bazı paragrafları gazetemiz aracılığıyla sizlerle buluşturup, sizlerin fikirlerini alıp çizdigim çerçeveye ekler yapabilirim.
Saygılarımla...