YAZMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ..!?

Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı...

Yazmak

Geçen gün bir dostum bana,  “Hocam sürekli insanları yazmaya teşvik ediyorsun, ben de bir kitap yazayım mı, ne dersin?” diye sordu.

Ona “beni yanlış anladığını” söyledim. “Nasıl” dedi?

Anlattım.

Bu anlatıyı kısaca sizinle de paylaşmak istiyorum.

Doğrudur, hep derim; “Yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.”, diye. Bu doğru.

Ama her yazmak mı?

Hayır.

Neyi, nasıl yazmalı?

Peki, nasıl yazmak gerekir? Ve ne tür şeyler yayınlamalı?

Bir kere yayınlanacak olan çalışmaların bazı niteliklere bazı özelliklere sahip olması gerekir. Yoksa ortalık kendini yazar sayan kişilerden ve eften püften yazılardan geçilmez.

Peki bu özellikler ve/ya nitelikler nedir?

1-Bir kere yazılanın “orjinal” olması lazım. Yani yazılanın daha önce başka bir yerde yazılmamış yeni şeyler olması lazım. Nevi şahsına münhasır şeyler. Yoksa daha önce yazılmış olan bazı şeyleri şu ya da bu şekilde yazmak, malumu yeniden ilan etmekten öteye gitmez. Böyle bir şeyse hiç bir işe yaramaz, zaman ve kaynak israfından başka.

2-Yazılanın “ilgili literatüre” bir katkı sağlamsı gerekir. Yani alanında yeni bir etki yapması lazım. İçinden çıktığı ve hitap ettiği alana yeni şeyler katması, o alanı biraz daha zenginleştirmesi lazım.

3- Yazılanın yazılmaya değer olması lazım. Sözgelimi ilginç bir sorunu ele alması, ufuk açıcı değerlendirmeler yapması, zor bir konuda irdelemelere gitmesi, insan ruhunu zenginleştirmesi, çözüme kavuşmamış meselelere kendine ait çözümler önermesi, bazı olay ve olgulara yeni bakış açıları getirmesi gibi. Yeni bir eserin bu iddiaları taşıması gerekir, bütün bunları yapamıyorsa en azından bu iddialardan bazılarını sergilemesi lazım.

4-Yazılanın bir tezi, bir amacı, bir mesajı olması lazım. Sırf iş olsun, nam olsun, şan olsun diye bir şey yazılmaz. Benim de bir kitabım olsun, desinler diye de kitap yazılmaz, yazılmamalı. Böyle bir şey, astarı yüzünden pahalı bir şey olur. Kaş yapayım derken göz çıkarmak olur.

5-Bütün bunlarla birlikte  bir çalışmanın yayınlanmaya değer olması için “telif eser” olması lazım. Yani eserdeki bilgi ve yorumlar yazara ait olmalı. Derme çatma, oradan buradan toplanan bir takım bilgi yığınları yazılmaya değmez. Zaten yazılmışlardır. Yeniden bir araya amaçsızca getirmenin âlemi yok. Bu nevi şeyler ancak metni zenginleştirmek ve temellendirmek için kaynak gösterilerek alıntılanabilir.  Dolayısıyla bir çalışmanın büyük bölümü yazara ait olmalı. Alıntılar ve başkalarından alınan bilgiler eserin %10’nu 15’ni geçmemeli.

Telif eser olmalı

Ne demek telif eser? Şöyle anlatayım:

Bir şeyi yazarsınız; yazdığınızı ülkenin saygın bir yayınevine gönderirsiniz;

O yayınevinin editörleri yukarıdaki ilkelerin ışığında bilim adamı titizliği ile bu eseri incelerler.

Söz konusu vasıflara sahipse, a)“yayınlanmaya değer”,  diye rapor ederler b) Eksikleri varsa “şu şu değişiklikleri yapmak kaydıyla yayınlanabilir” diye yazarlar. c)Ya da “bu çalışma yayınlanamaz”, yani yayınlanmaya değer değil diye raporunu yazarak yayınevine teslim eder. Başka bir olasılık, başka bir şık yoktur.

6- Eğer eser yayınlanmaya değer bulunmuşsa; yayınevi bu saygın esere ve saygın yazarına belli bir telif ödemek zorundadır. Yani yazar kitabını bastırmak için üstüne bir de para vermez, yayınlayanlar yazara (müellife) telif öderler.

7- İşte bu yüzden para ile basılan eser makbul eser değildir, hatta eser bile değildir. Ne ki son zamanlar bu nevi basılan çokça “kitap” var. Oysa böyle bir çabaya hiç gerek yok. Bu kalıcılığı olmayan, literatüre ve alanına değer katmayan, insanda yeni ufuklar açmayan çalışmaların sadece başkalarına değil sahibine de hayrı olmaz. Kaş yapayım derken göz çıkarmaktan başka.

Fakat günümüzün kapitalist dünyasının para hırsı bu alanı da bozdu. İnsanlardan para alıp kitap diye bastıklarını gene o çalışmanın sahibine veriyorlar, onlar da ortalığa düşüp kitabım var diye seviniyor ya da böbürleniyorlar. Oysa buna değecek bir şey yoktur ortada hattı zatında. Çünkü gazete kâğıtlarını bile üst üste koyup, üstüne adını yazsan, üstüne de para versen, bunu para için basacak bir sürü kendine yayınevi diyen yayıncı bulursun.

Nasıl ki bir kişi jüriden geçmeden Dr. Doçent ya da Profesör olamazsa bir eser de hakemden geçmeden gerçek bir eser niteliği kazanamaz.

8-Peki böyle olursa ne olur?

Bu süreç giderek kaliteyi düşürür, yayın dünyasını yozlaştırır, kirliliği artırır, gelecek kuşakları niteliksizleştirir.

9-O yüzden bu tür ali cengiz oyunlarına gelişmiş ülkelerde rastlanmaz. Bu tür şeylere ancak bizim gibi ülkelerde rastlanıyor. O ülkelerin bize göre en az 50 yıl ilerde olmalarının bir nedeni de bu olsa gerektir.

Sonuç

10-Peki durum buysa o zaman kimse yazmasın mı?

Yazsın elbet. Amacı gerçekten ölümün elinden bir şeyler kurtarmaksa ona göre davranın yeter. Sonuç olarak, bu niteliklere sahip değilse yazılanlar, kişinin sırf egosunu tatmin etmek için yazılmış şeylerse e müsaadenizle diyeyim,  lütfen böyle şeyler yazmasınlar. Çünkü bu nevi şeyler yazın dünyasına hiç bir katkı sunmadığı gibi karmaşa yaratır, bilgi kirliliğinden başka bir işe  yaramaz.

Nasıl ki kötü besinler vücuda ve zihne yarardan çok zarar veriyorsa  kötü kitaplar da böyledir. İnsanı geliştirmek yerine geriletir. Zihni boş yüklerle doldurur ve çürümeye yol açar.

Oysa bizim bunlara değil artık arınarak ilerlemeye ihtiyacımız var. Sorumluluklarımızı bilerek ve  sorumlu davranarak iş yapmamız gerekir. Buna ihtiyacımız var. Aksi takdirde kendimizi kandırarak bir yere varamayız. Olsa olsa böyle durumlarda bulunduğumuz yerde debelenip dururuz.

Bunları deyince dostum kös kös düşünmeye başladı.

“Ne düşünüyorsun?” diye sordum.

“Ne düşüneyim, senin bu anlatımlarından sonra bu işi yapıp yapmamayı bir kez daha düşünüyorum” dedi.

Bakmadan Geçme