Yeni Anayasanın Marifeti Ne Olmalı Ve Nasıl Olmalı?
Türkiye'de epey bir süredir konuyu değil, konuşanı tartışıyoruz. Daha da önemlisi fikirlere, sistemlere göre değil, partilere ve onların karşısındaki tutumlara göre konuşuyoruz. Oysa 21. yüzyılın ruhu kişileri değil, demokrasiyi baz alıyor. Artık kişilerin birbiriyle didişmekten vazgeçmesi, bu yanlışlıktan çıkması lazım. Bu türden üst düzey siyasi anlamsız didişmeler kan kaybıdır, kan kaybı aynı zamanda zaman kaybıdır.
Son zamanlarda çözüm ve barış sürecine yönelik iki önemli toplantı yapıldı. İlki Ankara'da "Barış ve Demokrasi" adıyla Türkiye'deki demokrasi dinamiklerinin katılımıyla gerçekleşti. İkincisi ise 15-16 haziranda Diyarbakır'da Kürtlerin bir araya geldiği "çözüm ve Birlik" konferansıydı. Bu konferansın yapıldığı tarihi sürecin ötesinde iki özelliği var: 1) İlk defa Kürt hareketine mensup çeşitli parti, grup ve örgüt çoğulcu bir anlayışla demokratik bir birlik içinde bir araya geliyor ve belli ittifak arayışı içinde sorunların çözümünde irade ortaya koymaya çalışıyor. 2) Çözüm sürecinde Öcalan'ın etkili, çözümleyici ve kapsayıcı mesajında belirttiği gibi müzakerelerin yürütülmesinin bir tarafı haline geliyor. Bu çerçevede acilen cevabı aranan üç temel soru ile başladı konferans. Yeni anayasadan Kürtlerin beklentisi nedir? 2) Statüleri nasıl olacak? 30 yıllık savaşın getirdiği tahribatlar nasıl giderilecek ve kalıcı ve onurlu bir barış nasıl ve hangi hukukla tesis edilecek? Ayrıca şunu belirtmek isterim ki zamanın ruhuna uygun, gerçek sorunları masaya yatıran bu toplantıların formel bir yapıya dönüşerek kalıcılaşması son derece önemli.
Günümüzde en acil, somut ve çözülmesi gereken konu yeni dönemin hukukunun nasıl olacağı meselesi ile yeni anayasadır. Anayasadan önce bazı yasalarda yapılacak değişikliklerle bir yol temizliği yapılarak yeni anayasa yapımı için bir ön adım atılmalı. Ardından da yeni anayasa zaman kaybetmeden yapılmalıdır. Sözü çok dolandırmaya gerek yok. Yeni yapılacak anayasada toplumun ve o arada siyasi partilerin çözmeleri gereken veya çözüm bekleyen 8-10 konu veya başlık var. Eğer bu konular çözülürse öyle sanıyorum ki herkesin kendini altında görebileceği toplumsal bir sözleşme yapılmış olacaktır.
Peki nedir bu çözüm bekleyen ana konular?
1. Bir kere Kürt sorunu bağlamında en acil çözmemiz gereken başlık, vatandaşlık meselesidir. 1982 darbe anayasası, vatandaş olan herkesi Türk diye niteliyor. Oysa memlekette Türk olmayan ve kendini kendi kimliği ile ifade etmek isteyen başka kesimler de var. En başta da Kürtler. Mevcut anayasaya itiraz eden Kürtler epeydir bizi yasayla Türk yapamazsınız, diyor. Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıyız, bundan bir şikayetimiz yok, ama gördüğümüz baskı, çektiğimiz eziyet ve tabi tutulduğumuz asimilasyon uygulamaları henüz hafızalardayken "Türk' kavramı aslında ırkı değil herkesi kapsıyor şeklindeki yaklaşımları inandırıcı ve gerçekçi bulmuyoruz" diyorlar. Diğer bir deyişle "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı konusunda herhangi bir çekincemiz yok, ama kendi kimliğimizin tanınması konusunda talebimiz var." O halde, buna rağmen, "hayır siz Türk'sünüz" demek red ve inkarın sürmesi demek olur. "Türk kelimesi aslında etnik değil, Kürdü de kapsayan bir üst kimliği ifade eder" lafları ise hem temelsiz hem de inandırıcı değil. Çünkü söylemlere, uygulamalara, mevzuata ve mahkeme kararlarına baktığımızda Türk kavramının açıkça bir ırkı tarif ettiğini ve biraz da ırkçı bir tutumla diğer etnisitelere dayatıldığını görüyoruz. Burada yapılması gereken Mustafa Kemal Atatürk'ün 1921 Anayasasında kullandığı "Türkiye halkı" veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Kimlik insanın şerefidir ve herkesin kendini istediği kimlikte ifade etmesi demokrasilerin gereğidir. Bütün bunlar ortada dururken bir kimliği diğerlerin arasından çekip hepsine hakim kılmaya çalışmak, ulus devletin faşizme meftun olduğu, bütün farklılıkları teke indirme dönemine aittir ki, bu dönem de artık geride kalmıştır. Sonuç itibariyle, devlet kan esasına göre bir vatandaşlık tarifi yapmamalı, o yüzden yeni anayasa etnistiteler bakımından nötr olmalıdır. Ancak illa bir etnik vurgu olacaksa, büyük bedeller ödeyerek bugüne gelmiş olan Kürtler de anayasada kendilerinin vazedilmesini ve varlıklarının anayasal güvenceye bağlanmasını isteme hakkına sahip olmalıdır.
2. İkinci önemli ve sorunlu başlık din ve vicdan özgürlüğüdür. Mevcut anayasada laiklikle bağlantı içinde vurgular olmasına rağmen, uygulamada gerçek bir laiklik yoktur. Özellikle sünni mezhebinin diğerlerine dayatıldığı bir düzen sözkonusudur. Örneğin Sünni İslam kimliği Alevi vatandaşlara adeta dayatılıyor. Aleviler, "bizim ibadet yerimiz cemevidir, onun için devletimiz bize bu olanağı sağlamalı" dediğinde "hayır böyle bir şey yoktur, olamaz" deme yetkisini ve hakkını kim nasıl kendinde buluyor ve böyle bir uygulama nasıl laik oluyor, birinin bunu açıklaması lazım. Kaldı ki bütün bu uygulamaların sadece Sünnilere hizmet veren Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapıldığı herkesin malumudur. Bu doğru olmadığı gibi demokratik de değildir. O halde Diyanet İşleri Başkanlığı ya tamamen kaldırılmalı ya da laikliğin özüne uygun biçimde yeniden düzenlenmelidir. Başta Aleviler olmak üzere ülkede yaşayan inanç grupları, ibadetlerini nerede, nasıl yapmak istiyorsa öyle yapmalıdırlar. Bu konuda devletin bir dayatması, yönlendirmesi ve belirlemesi olamaz.
3. Üçüncü nokta çağdaş devletin bütün ideolojilere eşit mesafede durması meselesidir. Cari anayasa "Atatürk milliyetçiliği" gibi bir kavramı öne sürüyor. Bir kere tek bir kişiye dayalı bir milliyetçilik olmaz; olsa bile bunu herkese devlet zoruyla dayatmak doğru olmaz. Çükü eğer siz A milliyetçiliğini devletin kutsalı haline getirseniz B milliyetçiliğini karşınıza almış olursunuz, bu da yeni çatışmaları besler ve düzeni bozar. Oysa yasaların temel amacı düzeni sağlamaktır. Çağdaş demokrasilerde ise hukukun üstünlüğü söz konusudur, hiçbir şart ve koşulda üstünlerin hukuku söz konusu olamaz. O halde anayasa ideolojiden söz etmemelidir.
Devlet ben Türküm dese Kürtler ve diğer etnisiteler kendini bastırılmış hisseder ve kırılır; devlet ben Sünni'yim derse Aleviler ve diğer inanç grupları dışlandıklarını düşünür ve devlete inançları azalır; devlet ben A ideolojini savunurum derse B ideolojinde olanları karşısına almış olur. Bir devlet kendi eliyle kendi vatandaşları arasında ayırım güder mi, güderse böyle bir devlet rasyonel düşünen çağdaş bir devlet olabilir mi?
4. Dördüncü nokta vesayet rejiminin bertaraf edilmesi meselesidir. Mevcut iktidar bazı subayları hapsedince vesayet sistemini bitirdiğini sanıyor ve böyle söylüyor, ancak yanlıyor. Çünkü vesayet rejiminin bütün kurumları ve işleyişi, yasal mantalitesi aynen yerli yerinde duruyor. Vesayet rejimi ancak yasalar değişirse gerçekten değişir. Bunun için iki önemli adım atılmalı. MGK kaldırılmalı, Genel Kurmay Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalı ve başta iki hukuklu yargı sistemi olmak üzere bütün militer imtiyaz ve ayrıcalıklara son verilmeli, demokrasinin en önemli özelliği olan denetim mekanizması bu arada da işlemeli ve askeri harcamalar Sayıştay denetimine tabi olmalıdır. Ancak bütün bunlar anayasal güvenceye bağlandığında, vesayet rejiminin sona erdiğinden, bahsedilebilir.
5. Beşinci nokta egemenliğin paylaşılması meselesidir. Merkezde birikmiş katı bürokratik statüko değişecek mi,değişmeyecek mi? Değişecek deniyorsa o taktirde sistem, ademi merkeziyetçi bir anlayışla yeniden yapılandırılmalı. Bu çerçevede yerel yönetimlere sorumlulukla beraber yetki ve kaynak aktarımı sağlanmalıdır. Genel güvenlik, dış ilişkiler, merkezi adalet ve mega projeler dışında bütün yetkiler (kaynak ve sorumlulukla beraber) yerel yönetimlerde olacak şekilde yeni bir düzenlemeye gidilmelidir. Bu sadece Kürt sorununun çözümüne hizmet etmekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiyenin çağdaş ve etkin bir yönetim sistemine kavuşmasını da sağlayacaktır.
6. Diğer önemli bir sorun da özellikle Kürt meselesi bağlamında tartışılan ana dil meselesidir. Eğer yerel yönetimler reorganize edilecekse resmi dilin yanısıra anadil eğitimi ve öğretimi de sağlanmalıdır. Dil bir bölünme aracı değil, bilakis bir zenginlik ve bir bütünleşme aracıdır. Dünyadaki benzeri örneklerinden de bunu görüyoruz. Ayrıca bu sadece siyasi bir talep değil, insani ve vijdani olarak yerine getirilmesi gereken bir insan hakkıdır. Çünkü bir dili yasaklamanın insanı yasaklamaktan farkı yoktur.
7. Yedinci mesele rejimin niteliğine ilişkindir. Kuvvetler ayrılığı nasıl uygulanacak? Ülke parlamenter demokrasi ile mi, yoksa iktidar partisinin ortaya attığı başkanlık sistemi ile mi yönetilecek? Bu konu rejimin niteliğine ilişkin bir sorundur, önemlidir ve bir an önce netliğe kavuşturulmalıdır. Ancak başkanlık sistemi tartışmaları başta "Türk tipi başkanlık" denilerek yanlış tartışılmaya başlandı. Ne olduğu belli olmayan ve pratikte karşılığı olmayan bu tür tartışmaların ne başkanlığa ne de ülkeye bir yararı yoktur. Gerçek bir başkanlık sisteminde iki vazgeçilmez ilke vardır; Birisi fren ve denge sistemidir, öbürü de yatay ve dikey katılımın sağlanması meselesidir. Merkezde çok güç biriktirmiş olan bir kişinin (başkanın) gücünü ancak yerele devredilmiş bazı yetkileri dengeler; başkanın kral olmasını önleyen denetim mekanizması olan senato ise fren görevini yapar. Katılıma gelince, gerçek bir başkanlık sistemini demokratik yapan en önemli unsur kuvvetler ayrılığının yanı sıra, denetim mekanizması ile birlikte yatay ve dikey katılım mekanizmalarının açık olması ve sürekli işlemesidir. Bunların olmadığı yerde, üstelik başkanın meclis feshedebildiği, KHK çıkarabildiği, atamalarının herhangi bir denetime tabi olmadığı bir sistem başkanı bir krala ve bir diktatöre çevirebilir ki bu da demokrasi yolunda yürünerek ulaşılabilecek bir felaket olur.
8. Sekizinci ve son konu ise değişmez maddeler meselesidir. Bir kere hem yeni yapılan bir anayasa için hem de demokrasinin geleceğe şamil işleyişi için değişmez madde diye birşey olmaz. Kutsal metinler ancak din ile yönetilen teokrasilerde olur, demokrasilerde böyle empretiflere yer yoktur. Eğer yeni anayasa yeni olacaksa, eski maddelerin hepsi potansiyel olarak değişmeye açık olmalı. Çünkü bu günden geleceğe değişmez madde vazetmek Thomas Pain'in deyimi ile "ölülerin dirilere hükmü olur" ki buna kimsenin hakkı yoktur. Kaldı ki değişmez maddelerin değişebilir olması cumhuriyetin niteliklerinin, başkentinin ya da bayrağın değişmesi demek değildir. Yazım hataların düzeltilmesi ve bu kutsalın arkasına sığınılarak yazılmış yanlış ve ideolojik ibarelerin değiştirilmesi demektir.
9. Anayasadan önce yol temizliği yapılmalı. Yukarıda belirtildiği üzere, bu aynı zamanda iktidarın yeni anayasayı gerçekten yapmak istediği konusunda bir iyi niyet göstergesi olacaktır. Bu çerçevede TMK başta olmak üzere Seçim Yasası (özellikle barajın indirilmesi), Siyasi Partiler Yasası (lider oligarşisine son verilmesi), düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gibi anti demokratik yasalar biran önce değiştirilmeli. Bunlara yönelik yapılacak olan değişiklikler hem sürece katkı sunacak hem de yeni anayasanın yapılmasına ivme kazandıracaktır.
10. Türkiye geldiğimiz nokta ve çağda halk iradesi ile bir anayasa yapamama ayıbına son vermelidir. Milli Mücadele koşullarındaki iradenin yansıması olan 1921 Anayasasını ayrı tutarsak, bugüne kadar yapılmış olan hiçbir anayasa halk iradesini tam olarak yansıtmıyor, o nedenle de demokratik değildir. Başta Osmanlı döneminde padişahın vesayeti altında yapılmış olan 1876 anayasası olmak üzere, muhalefet dışlanarak çoğu atamayla gelen vekillerin yaptığı ve sorunlara yol açan 1924 anayasası, 1961 ve 1982 darbe anayasaları halkın iradesi ile yapılmış anayasalar değildir. Oysa bugünkü meclis %95 gibi temsil kabiliyeti yüksek, bir çok kesimi ve görüşü bünyesinde barındıran bir meclistir. Söz verdiği üzere bu anayasayı yapma tarihi sorumluluğu ile karşıkarşıyadır. Bunu gerçekleştirmediği taktirde, hem tarih karşısında sorumlu olacak hem de bu meclisin ayıbı olacaktır.
Sonuç olarak, şu denilebilir: Türkiye tarihi bir süreçten geçiyor. Bu dönemeçte çözüm ve barış umuduyla yeni bir fırsat yakalamış durumda. Bunu şark kurnazlıklarına, seçim hesaplarına kurban etmemeli ve bu şansı iyi kullanmalıdır. Bu çerçevede atması gereken en somut adım bir yol temizliğinin ardından eşitlik ve evrensel adalete dayanan, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapmaktır. Demokratik bir devletin ise ırkı, dini, idolojisi olmaz. Olursa kendi vatandaşlarını kendi eliyle bölmüş olur, aralarına nifak sokmuş olur, niza çıkarmaya davet etmiş olur. Hangi akıllı devlet bunu yapar, ya da devlet aklı böyle bir akılsızlığı reva görür mü kendine? O halde bundan sonra ona göre bir yol tutturulmalı, başata anayasa olmak üzere yasalar yapılırken bu gerçekler gözönünde bulundurulmalıdır. Bu anlayış ve ilkeler çervesinde yeni anayasa mutlaka yapılmalıdır.