Yıllar eskise de…

Değişimin değiştiremedikleri de vardır… Oysa hayatın bilimsel tarifidir her şey değişir ilkesi.

Değişimin değiştiremedikleri de vardır…  Oysa hayatın bilimsel tarifidir her şey değişir ilkesi.

Yüzler değişir, ses değişir, boy pos değişir bir gözler, bir de duygular değişmez.

Ya şarkılar?

Onlar… Onlar hiç değişmez, yıllar eskise de mümkün değildir değişmeleri.

Bir eski şarkı alır götürür sizi yılların ötesine. O anlarda duyumsadığınız ne var ne yoksa gelip kurulur içinize. Bazen buruk ve hüzün olur,  bazen olağanüstü bir haz ve mutluluk.

Eskimez şarkılar, türküler…

Tablodaki renkler solar. Ama duyguların fırçasını yemiş yürekler solmaz. Eskir sanırsınız, sandığınız sadece yaşanmışlığın verdiği yükün ağırlığıdır.

Ve bir şarkı çok zaman öncelerinden… Bir şarkı çıka gelir… Sivri uçlu, keskin yüzlü bir bıçak gibi kanatır.

Anlarsınız ki zamanı eskimiş ama sözleri, tınısı, ezgisi, içinizde bıraktığı eskimemiş…

Şöyle der:

"Hava kararmıştı

Yağmur yağıyordu

Dudakları ıslanmış, ellerin üşümüştü"

Yapışıyor soğuk bir sabah uzanıp tuttuğunuz kapının soğuk kolu gibi içinize…

Devam eder şarkı:

"İnci gibi dişin

Kalem gibi kaşın

Mor menekşe gibi gözlerin

Ellerin üşüyordu

Yağmur yağıyordu"

Dönse de günler, aksa da kamaştıran şavkıyla zaman değişmez şarkılar… Ve içinize yer ettiği izi hep acıtarak durur.

 

Vaktimiz yok

Çırpınır göğsümüzün altında

Ömrümüzü revan eylemiş

Sevdalarımızı saklamış

Sırlarımıza sığınak olmuş yüreklerimiz

Atar durur

Hiç kurumasın diye

Bir sarmaşık gibi her yanımız dolanmış damarlarımızda

Ve ilahi bir saatin ne zaman duracağı meçhul

Yorulmayan akrep ve yelkovanı gibi

 

Sanrısınız sonsuzdur

Sanırsınız hep sürüp gidecek

Sanırısınız ağaçların yaprakları gibidir

Tomurcuğa durup çiçeklenen

Ve yaprak yaprak sürgit olan

Oysa noktasını bekler zamanın

Durmaya kurgulanmış

 

Takvim yaprakları toplayanları bilir misiniz?

Kitap aralarında kurutulmuş çiçeklere benzerler

Bazen güzel bir sözü saklarlar satır aralarında

Bazen bir çocuk ismi vardır

Hani olursa adını koyacağınız

Kimi zaman bir tatlı lezzetin yemek tarifi saklıdır

Bazen minik bir hayat dersidir birkaç paragraf

Çentikleridir tekmil tüm bunlar

Azgın bir nehir gibi akan ömürlerimizin

 

En son kimin adını yazmıştım

Serin sulu derelerin beyaz gövdeli kavak ağaçlarına

Adını dediysem

Adının ilk harfini

Hem de bir kalbin içine inci gibi işleyerek

Ben unuttum desem de

Unutmadı avuçlarımın içinde su içirdiğim serçeler

 

Vaktimiz yok

Oysa ne çok mısralar var mırıldanıp da kâğıda dökmediğimiz

Düşünüp de yazamadığımız

En güzel şarkıları biz bestelerdik

Ta ki bir diğer şarkının ezgisini ıslıklayacağımıza kadar

Ama başkaları kayıt düşerdi

Bir dünya gibi hep dönen plaklara

 

Vaktimiz yok diyor

Sapına kadar doğrucu aynalar

Bak saçlarındaki kırlar o yılların

Alnında ince derelerin arıkları gibi çizgiler bu yılların

Ya kahkahaların

Yankılanıp gitmiş bir daha geri dönmemiş

Ve bir kabuk bağlamış gibi gülümsemelerin

Nerde unuttun, nerde kaybettin diyen

Bu sabah doğan güneşi seyrettim

Ne garip ne aceleciydi

Birden yükselip kaydı gözlerimin önünden

Bedava kiracılarımız kumrular da tuhaftı

Takılıp kalmışlardı panjurların kenar köşelerine

 

Vaktimiz yok diyor ömür

Kimler geldi kimler geçti

Dünya denen hanın içinden

Dur diyen olmadı hiçbir yolcuya

Gitme diyen de

Bir iz bırakamazsan kayan bir yıldız gibi

Ne sesin kalır ne de nefesin

Bakmadan Geçme