Gençliğin hikâyesi Habil ile kabil’den başlayıp günümüze kadar geldi. Kimi zaman Hz. Yusuf’ta buldu kendini kimi zaman Ashab-ı Kehf’te…
Her medeniyetin ilgi odağı oldu. Düşünürlerden Aristo’nun, Platon’un ve Sokrates’in de dikkatini çekti.
Sokrates’in mezar taşında: “Gençler şimdi lüksü seviyorlar. Davranışları çok kötü, otoritelere karşı geliyorlar, yetişkinlere saygıları yok. Çalışmak yerine gevezelik etmeyi seviyorlar, şimdiki gençler birer zalim”
Platon gençliği “ruhsal sarhoşluk” olarak tanımlamış.
Aristoteles ise gençleri “vurdumduymaz yaratıklar” olarak eleştirmiş ve gençlerin ortak özelliklerini şu şekilde sıralamıştır.
“Gençlerin istekleri pek çoktur ve bunları hemen eyleme dönüştürmek isterler bedensel isteklerine karşı koyamaz özellikle cinsel isteklerine yenilirler, çok değişkendirler. İstekleri geçicidir bu istekleri birden parlar birden söner. Tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler, kendilerini iç tepkilerine kaptırır, tutkularının kölesi olurlar önlerine dikilen en küçük bir engele bile katlanamazlar onura ve başarıya paradan çok değer verirler. Çünkü paraya gereksinimleri olmamıştır. Eli açık ve iyilikseverdirler çünkü kötülük tanımamışlardır. Çok güvenir ve bağlanırlar çünkü aldatılmamışlardır. Yüksek amaçları ve hayalleri vardır çünkü yaşamın sillesini yememişlerdir. Gençler yanılınca çok yanılıyorlar sevgide de nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi bildiklerini sanır onun için yanlışlarında sonuna kadar direnirler.”
Hz. Ali, insanların gelişim dönemlerinin farkına varmış ve bir ebeveyn olarak ne yapmamız gerektiğini tanımlamış. "Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayın, 15 yaşına kadar onlarla arkadaş olun, 15 yaşından sonra ise istişare edin," demiştir. İdeal genç tanımını ise Peygamberimiz (s.a.v.) yapmış. “Neşeyi Rabbine ibadette arayan gençler” diye buyurmuştur.
Büyük eğitimci, rahmetli Nurettin TOPÇU hocamız, tarihteki medeniyetlerin kendi gençlerinin önüne hangi ufukları koyduğunu sıralarken; Mısır’ın gençliğinin, Nil nehrinin taşmasını hesap etmek için takvim ile uğraştığını söylüyor. Roma gençliğinin Arenalarda savaştığını, Yunan gençliğinin Olimpiklerde yarıştığını, Mezopotamya gençliğinin tapınaklarda vakit geçirdiğini, Moğol gençliğinin ise kestikleri kafalardan “kafatası kuleleri” inşa etmekle meşgul olduğunu söylerken İslam’ın gençliğinin ise dünyaya aydınlığı götürmenin telaşıyla fetihlerin peşinde olduklarından bahsediyor. Ardından ise hepimizin aklına gelen soru: “Peki, biz şu anki gençliğimizin önüne ufuk olarak neyi koymuşuz?”
Gençlerin; iyi bir eğitim almanın, meslek edinmenin, evlenip aile kurmanın ve para kazanmanın ötesinde dünyaya söyleyecekleri sözleri ne olmalı?
Dünya gençliğinin genel gidişatına baktığımızda gençler, sosyal medya mecralarında beğeni alma güdüsüyle kendine özgü üretmeye çalıştığı kısa videoları paylaşarak görünürlük dünyasında “Ben de varım” demenin ayartılmış hazzını yaşamanın peşindeler. “Ben özelim” aforizmasına bağlı olarak kimseye hesap vermeden özgür yaşarım düşüncesi “bireyselci” zihin altyapısını her geçen gün daha fazla beslemektedir.
Uzun yıllardır ülkeler, paradigmalarını fertlere birebir ulaştırmak için okulları kullanırken, algıların olguların önüne geçmiş olduğu günümüzde ise küresel sanal mecra ortamları, milyarlarca insana akıllı (!) telefonlar aracılığıyla birebir ulaşmakta, gençlerin algılarını yönetmekte ve gencin 24 saatini takip etmektedir. Dünya büyük bir hızla değişime uğruyor. Şu an sanal mecrada gençlerimizin sağlıklı gelişimlerini sekteye uğratacak paylaşımlar yapılabilmekte ve yasal kalkanlar yeterli derecede oluşturulamamaktadır.
Sanal dünyanın kucağında günlük 8-10 saatini harcayarak bağımlı hale getirilen gençler, bu duruma bir dur diyebilecek mi? Eğer diyebiliyorsa ne ile, nasıl, ne zaman, nerede ve kimlerle yapacak bu da bir soru işareti?
Bu gün eğlence kültürü adına e spor oyunları özellikle Güney Kore ve Amerika’da başlamış olup tüm dünyayı hızla sarmaktadır. İyi bir yarışmacı olmak için bilgisayar başında 16-18 saat harcamak gerekiyor. Sanal internet sporunun gençleri ruhen, bedenen ve sosyal ilişkiler açısından olumlu bir noktaya götürmeyeceğini tahmin etmek hiç te zor olmasa gerek. Bu arada Güney Kore’de bilişim aletlerini kullanmaktan kaynaklı rahatsızlanan hastalar için internet hastalıkları hastanesi kuruldu.
Japonya da 1 milyona yakın insan “Hikikomori” hastalığına yakalanmış durumda. Yani evinden çıkamama hastalığı yakalananlar, dış dünyaya kapalı bir yaşam tercihini seçiyor. 20 yaşında iken evine girip 50 yaşında hala evinde olan 30 yıllık hastalara rastlamak mümkün. Ha şunu da söylemeden geçmeyelim, yardımseverlikleri ile tanınan Japonya'da “Ohitorisama" yani "Tek başına" akımı hızla yayılıyor. Gençler tek başına yaşamayı tercih ediyor.
Amerika’da telefon bağımlılığının hızlı artış göstermesi sonucu sosyal ortamlardan uzak kalan çocuklara ve gençlere, düzgün konuşabilme becerilerine sahip olabilmeleri için ebeveynlerinin talepleri doğrultusunda “konuşma seansları” düzenleniyor. Yine sosyalleşme süreçlerinden uzak kalan insanlar birbirlerine dokunabilme ihtiyaçlarını gidermek için (farklı bir niyet taşımadan) “kucaklaşma partileri” yapıyorlar.
Yakın tarihimizde devlet politikalarının toplumu tatmin etmediği, ekonomik şartların iyileştirilmesini ve daha fazla özgürlüğü isteyen 1968 kuşağı gençlik hareketleri sonrası dünya genelinde farklı fraksiyonlarda birçok gençlik hareketi ortaya çıkmıştır. Bunalım ve buhran dolu yıllar 70’li ve 80’li yıllarda sürmüş. Birleşmiş Milletler, 1985 yılını, dünya kamuoyunun ilgi ve dikkatlerini çekerek, gençliğin sorunlarına eğilmeyi sağlayacak hazırlıkları ve önlemleri gündeme getirmek amacıyla “Uluslararası Gençlik Yılı” olarak ilan etmiştir.
Dünyadaki ülkelerin gençleri (z kuşağı) “sizler internet gençliğisiniz” kabulü üzerinden müzik, dijital oyunlar, videolar, deep web gibi internet ağları yoluyla “kendini iyi hissetmelisin” tabusuyla kendi toplumuna yabancılaştırılmaktadır.
“Videosu olmayan şeyin nesini anlamaya çalışayım?" aforizmasını benimseyerek görüntülü paylaşımları daha çok dikkate almaktalar. Gençlerin beğeni alma hevesleri, birbirlerini trolleme çabaları, youtuber olma hayalleri üzerinden sanal kahramanlara dönüşme istekleri adım adım gerçek hayattan kopuşa doğru gitmektedir. Gençler, sanal ile gerçek hayat arasında askıda bırakılmaktadırlar.
Kuralı ve sınırı olmayan sadece hümanist duyguların ön planda olduğu bir yaşam modelinin insanlara huzur getirmediği bir realite olarak karşımızda durmaktadır.
İnsanların özelde gençlerin dünyada olup bitenleri bilmeleri takip etmeleri ve paylaşımda bulunmaları gayet anlaşılır ve olması gereken bir durumdur yalnız sahip olduğumuz inanç sistemi ile geçmişten gelen kültürel mirasımız bizlerde bazı toplumsal kodlar/kurallar oluşturmuştur. Bu normların korunması ve geleceğe taşınması da ayrıca bizlerin olmazsa olmazıdır.
Bütün bunları dikkate aldığımızda gelişime, yeniliğe evet fakat değer kaybına, kültürel erozyona, asimilasyona hayır diyoruz.
Bireysel özgürlüklerimizi yaşayabilmemizin yolu toplumsal mutabakatımızın korunmasıyla mümkün olacaktır. Bir ağaç gibi tek ve özgür olurken bir orman gibi de birlikte hareket edebilmeyi bilebilmeliyiz.
“İstediğim gibi hareket ederim”, “istediğim gibi yer ve içerim”, “istediğim gibi giyinirim”, “istediğimi gibi vaktimi değerlendiririm” gibi bir anlayış gençler arasında günümüzün en moda aforizmalarını oluşturmaktadır. Iskalanan realite ise toplumun bir parçası olduğumuzdur.
“Bedenim benimdir istediğim gibi kullanırım” anlayışıyla madde bağımlılığına, alkole teslim edemeyiz.
“Paramı ben kazandım istediğim gibi harcarım” deyip israf dolu bir yaşam süremeyiz.
“Zamanımı istediğim gibi kullanırım” deyip kafeleri, sanal ortamları, oyun masalarını mekân tutar hale gelemeyiz.
“Gencim, enerji doluyum” deyip günahlara boğulacağımız bir dünya kuramayız.
Bugün gençler, gerek resmi kurumların gerekse sivil toplum kuruluşlarının gönüllü organizasyonlarında depremlerde, yangınlarda, sel felaketlerinde hızlıca yer almaktadırlar. Arama kurtarma faaliyetlerini yürütmekte, sıcak çorba ikram etmekte, yüzü solmuş çocukların yüzlerini güldürmektedirler. Kırsaldaki okullara kitap taşımakta, yoksulların ihtiyaçlarını gidermektedirler. “Bu âlemde sadece ben yaşarım” hezeyanını aşmış, “İnsanlar için neler yapabilirim?” diye kendine ufuk çizmiş bir gençlik elbette ki bu topluma ve bu dünyaya iyi gelecektir.
Aliya İZZETBEGOVİÇ’in dediği gibi: insan ne zaman insan oldu sorusuna; “insan kendisi dışında başka insanlar için neler yapabilirimi düşünmeye başladığı zaman insanlaşmaya başlar” diyor.
Ülkemizin değişik üniversitelerinde mühendislik bölümünü okuyan bir grup Vanlı gencimiz kış ayında Bahçesaray’da yaşanan çığ felaketini dikkate alarak benzer bir çığ olayında (bir daha yaşanmaması temennisiyle) kar altında kalanları bulabilmek için kar altına sinyaller gönderen bir araç tasarımı yaptılar ve teknofest yarışmalarına başvurdular. İçimizde bizlere umut ve heyecan veren gençlerimiz her daim var ve var olmaya devam edecektir. Bizlere düşen ise heyecan ve umut dolu gençlerimizin sayısını arttırmak olmalıdır.
İçinde yaşadığı çevreye duyarlı bir gençlik elbette ki dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmelidir. Yalnız takip ederken her önüne gelen bilgiye doğru ve makul gözüyle bakmamalıdır. Daha öncesinden kendi değerleriyle oluşturduğu zihinsel alt yapı süzgecinden bu bilgileri süzebilmeli ve sonrasında işleme koyabilmelidir.
Sağlıklı bir “Ben” olmayı başarabilmenin yolunun “biz olabilmekten” geçtiğini unutmamak gerekir.
Gençlerimizin, bilgi edinme ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini, arkadaşlarıyla sağlıklı bir zeminde sosyal ilişkiler kurabilmelerini ve eğlence kültürlerini meşru zeminde gidermelerini sağlamak için sorumluluk sahibi bütün resmi/sivil kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Bu anlamda kültür, sanat ve spor festivalleri önemli bir yer tutmaktadır.
Gençlerimizin taşıdığı birçok olumlu ve güçlü yanlarının olduğunu bilerek gençlerimize güvenmeye ve fırsat verip alan açmaya daha fazla yönelmeliyiz.
Yaşlılarımız, geçmişimizdir tecrübe ederiz,
Yetişkinlerimiz, yaşadığımız anımızdır yol yürürüz,
Çocuklarımız ve gençlerimiz ise yarınlarımızdır hazırlık yapmalıyız.