Kelebeğin ömrü kadar hayat
Hayatın hızına yetişmek mümkün değil. Her ne kadar bitmez uzun maraton koşusu sansak ta hayatı aslında 15 dakikadan ibaret olduğunu yaşayarak fark ederiz. Hani deriz ya gözümüzü kapayıp açıncaya kadar ne çabuk geçti yıllar. Hakikaten çok doğru bir cümledir. Tabi asıl zamanı ve anları nasıl yaşadığımızda önemlidir.
Hayatın hızına yetişmek mümkün değil. Her ne kadar bitmez uzun maraton koşusu sansak ta hayatı aslında 15 dakikadan ibaret olduğunu yaşayarak fark ederiz. Hani deriz ya gözümüzü kapayıp açıncaya kadar ne çabuk geçti yıllar. Hakikaten çok doğru bir cümledir. Tabi asıl zamanı ve anları nasıl yaşadığımızda önemlidir.
İnsan olgunlaştıkça gecen hayatın bir varmış bir yokmuş gibi, sigaranın yanıp sönmesi ucundaki tüten duman kadar hayal olduğunu fark eder. Oysa gençken yaşamak üzerine ne çok istediğimiz düşüncelerimiz ve hedeflerimiz vardı. Dünya gayesine düşünce insan temiz duyguları yetirince bütün düşünceler tek tek rafa kaldırılıyor. Hayatın tamamı maddiyattan öteye geçmiyor. Yedi yaşında başlıyor ilk koşturmacalar. On altı on sekiz derken yirmi beş yaşına geliyoruz. İş bulma telaşı sonra evlilik ve çocuklar hızlı koşturmacalı bir serüvenin peşine takılıyoruz. Koşuyoruz hep koşuyoruz.
Ama asıl koşturma daha çok maddi olanaklar için yapılan bitmek bilmeyen hırsımız. Bir yarış atı misali oradan orya sürüklenip dururuz. Aslında para olmayınca rahat yaşam da haram oluyor. Keşke dozunu ayarlayabilsek.
Oysa başkalarıyla rekabet içinde olacağımıza başımızı sokacağımız bir ev birazda rahat geçinmek için paramız olsa yetmezi mi. Maalesef yetmiyor. Biz dünya malı için koştururken hayatımızda ne çok şeyi ıskaladığımızı bir fark edebilsek.
Anne, babamızdan, eşimizden ve çocuklarımızda dostlarımızdan en çokta kendimizden çaldığımız anları heba ediyoruz.
Oysa etrafa bir baksak bizlere sunulan güzellikleri görebilsek mal üstüne mal biriktirmesek daha mütevazı yaşayabilsek hep bana demeden biraz paylaşmayı denesek her şeyi tadında tuzunda bırakmayı öğrenebilsek, kırmasak dökmesek, kelebeğin ömrü kadar yaşamın ömrü diyebilsek.
Sevgili babamı 56 yaşında kaybettim. Ölüm çok ani gelmişti kapısına. Şaşkındı ve çaresizdi. Oysa yaşayacağı eşi ve çocukları ile güzel günleri vardı. Olmadı. Verilen nefes sayılıydı.
Ölümüne bir kaç gün vardı, aklı hala çocuklarında ve eşindeydi. Çok mu yorulmuştu? Hayat onu kırmış ve dağıtmış mıydı.? Pişmanlıkları var mıydı? Elbette vardı. Hep çalıştı hep en iyisi olmak ve daha çok şey yapmak istedi. Kimler içindi? Aslında daha rahat yaşam yoktu daha lüks yaşam vardı. Oysa ölüm postacı misali kapıyı zamansız çalar. Dedim ya bir kaç günü kalmıştı bu dünyaya veda etmesine parasından malından mülkünden bahis etmedi. Hep dilinde Allah'ın kelamı, yavruları ve sevgili eşini zikretti. Çünkü anladı ki kelebeğin ömrü kadar kalmıştı hayatı. Gözlerini hiç kapamak istemedi. Zamanı durdurmak tekrar başlamak için nelerini vermezdi. Ama olmadı postacı kapıdaydı ve acele ediyordu zil hiç durmadan çalıyordu. Kocaman bir son yazan kağıtla kapıda bekliyordu.