Tarihi fırsat mı, tarihi gaflet mi?
Türkiye'nin 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı'nın ardından içine girdiği yönelim, bir 'tarihi mecburiyet'ti. Eşref Bitlis'in katledilmesi, 1994 yılında Türk Ordusu'nun 'hizadan çıktığı'nın ilan edilmesi, 95'teki Çelik Harekâtı, 28 Şubat süreci bu 'mecburiyet'in çeşitli biçimlerde dışavurumları olarak değerlendirilebilir.
Türkiye'nin 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı'nın ardından içine girdiği yönelim, bir "tarihi mecburiyet"ti. Eşref Bitlis'in katledilmesi, 1994 yılında Türk Ordusu'nun "hizadan çıktığı"nın ilan edilmesi, 95'teki Çelik Harekâtı, 28 Şubat süreci; bu "mecburiyet"in çeşitli biçimlerde dışavurumları olarak değerlendirilebilir.
2001 yılında zamanın MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın; 'Türkiye güvenliğini Rusya ve İran'la işbirliği perspektifi ile ele almalıdır' mealindeki sözleri de Türkiye'nin yaşamakta olduğu sürecin özlü bir ifadesiydi.
Atlantik sistemi, Türkiye'nin bu yönelimini durdurmak için Ergenekon tertibini tezgâhladı. 12 yılı alan tertip boyunca Türk Ordusu ve yurtsever devrimciler hedef alındı.
Sonuç: "Tarihi mecburiyet" galip geldi. Türkiye'nin Asya'ya yönelmesi 2014 sonrası hızlandı. Hesaplarını Atlantik gemisine bağlı kalmak üzere yapanlar şimdi Silivri'deler ya da hendeklere gömüldüler.
Büyük derstir.
75 yılın dersi
Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden 75 yılının döne döne kanıtladığı büyük gerçek şudur: Atlantik kampında Türkiye için boğulmak dışında bir seçenek bulunmuyor.
Atlantik tercihi Kemalist Devrime sırt dönmektir. Tam bağımsızlık ilkesinden vaz geçmektir.
Atlantik tercihi, bilimin yol göstericiliğinden vazgeçmek, Ortaçağ karanlığına yeniden kapıyı aralamaktır.